41 | #a0491e

1.3K 181 46
                                    



🏜

Dünyanın yıkıldığı gece dünya gerçekten de yıkılmıştı.

Sabah uyandığımızda odanın içinde hükmünü süren arsız bir öğle güneşiyle karşılaştık. Karşılaştım. Uyanan sadece bendim. Öğlen olmuştu. Güzün ortasında olduğumuzu unutan, Londra'da olduğumuzu unutan, kendisini bile unutacak kadar sersemleyen güneş, perdelerin arasından sızıp üzerimize akmış, her şeyi sırılsıklam, sımsıcak etmişti.

Örtülerin arasından güçlükle çıktım. Bedenimi zorlukla doğrulttum. Cehennem azabı çekerek başucumdaki telefona uzandım çünkü cehennemin kendisinin o telefonun ucunda olduğunu biliyordum.

Bu odadan başka her yer cehennemdi.

Bu oda ise araftı.

Ekranda Hüma'nın mesajları vardı. BJ'in cevapsız çağrıları vardı. Aradığı şey her ne ise orada bulamayan herkesin bir bakıp çıktığı ve şimdi içinde soğuk yeller esen terk edilmiş bir bekleme salonuydu telefonumun ekranı. Kapıyı arkasından kapamadan giden son kişi ise Ahu olmuştu.

Ve kapıyı öyle bir açık bırakmıştı ki içerisi artık cehennem değildi.

Buzdu.

"Toprak, uyan."

Sesimi duymadı. Uyanmadı. Gözlerini açmadı. Kalkmadı.

Yatağın çevresinden dolanıp başucuna gittim. Yanına doğru eğilip yüzüne baktım. Saçları alnına dağılmıştı. Dudakları aralıktı. Yorgun fakat dingin çehresi sessiz ve hareketsizdi. Geç kalmış bir huzur incecik kardan bir örtü gibi üzerine serilmiş, sanki gerçekle tüm dünyevi bağlarını koparmıştı.

Oysa o uyurken gerçek yaşıyordu.

Gerçek çok geçmeden o bağları keskin birer ip gibi gerecek ve etini lime lime edecekti, uyanması gerekiyordu.

"Hadi Toprak..."

Sesimi bir kez daha duymamıştı. Ama şakaklarına değen nefesim olmalıydı hissettiği şey. Belki saçlarındaki parmaklarımdı. Ürpererek gözlerini açtı. Kirpikleri, sık dokunmuş birer yelpaze gibi hareketlenmiş, yanık toprak rengi gözleri güneşin huzuruna doğmuştu.

"Kötü bir haberim var," dedim.

Kaşlarını çattı fakat dudakları gülümsemeye inat etti. Dudakları, ona kötü bir haber veremeyeceğimi söylüyordu konuşmadan, ya da benim dudaklarımdan çıkan hiçbir şeyin kötü olamayacağını.

Yanılıyordu.

"Ahu bir haber yollamış. Bugün gazetede çıkan bir haber. Şirketiniz hakkında."

Sesimdeki ciddiyetin ayırdına varmıştı. Ayırdına varamadığı şey, bunu umursayıp umursamadığıydı. Belki şirket batmıştı. Belki yanıp kül olmuştu. Belki varını yoğunu son kuruşuna dek o gece kaybetmişti.

Hiçbirisi, hiçbir şey umurunda değilmiş gibi gözüküyordu.

Paramparça oldum.

Bakmamaya inat ettiği ekranı görmekten kaçamasın diye telefonu gözünün önüne yaklaştırdım. Bir süre daha direndi ve sonunda bakışlarını ekrana çevirdi. Şimdi harfleri seçebildiğini, kelimeleri okuyabildiğini ve çıkan anlamı zihninde birleştirebildiğini görüyordum. İzlemesi zor bir manzaraydı.

Ayaklarından parçalanmak üzere olan dev bir anıt gibi olduğu yere yıkılmasını izlemek gibi bir manzara.

"Bu... nasıl olur?"

Gördüğü, okuduğu, anladığı fakat anlamadığı şeyi anlamak güçtü.

"Yanlış iğne erken doğum getirdi. Kanama şikayetiyle İstanbul'da bir özel hastaneye başvuran, yirmi sekiz haftalık hamile H.G. isimli hastaya uygulanan düşük önleyici tedavide akıl almaz bir hata yaşandı. Kanamanın önlenmesine yönelik uygulanan ve altılı ampuller halinde paketlenerek piyasaya sürülen ilacın, yine PharmaSanz firmasına ait olan ve hormon tedavisi için kullanılan farklı bir ampul ile karışmış olduğu ortaya çıktı. Söz konusu hata, uygulama esnasında ampullerin benzerliği sebebiyle fark edilmezken, hastane stoklarında bulunan kutuların tümünde yanlış ilacın yer aldığı tespit edildi. Kanamanın durdurulamadığı hasta H.G. erken doğuma alınırken, konuyla ilgili soruşturma başlatıldı."

Cemre Düştü | TAMAMLANDIحيث تعيش القصص. اكتشف الآن