55 | #∞

2.4K 197 176
                                    




🌥️

Zülfikar'ın metal plakaları ardımdan gürültüyle kapanırken içeri giriyorum. Anahtarlar –evimin ve evinin anahtarları– onları yılgınlıkla savurduğum pirinç kâsenin içinde takırdıyor. Bu anahtarların, seni bulmak için bakabileceğim her yerin kapısını açıp seni bulmak konusunda hiçbir işe yaramamasına hala bağışıklık kazanabilmiş değilim.

Yokluğuna da kazanamadım.

Mart geldi. Henüz yalnızca havaya ve suya düşmüş olan cemre daha baharı getirmedi. Ben seni bulmadan getiremez de. Ben bahar değil kara kışım dediğinde, buna inandığım tek bir saniye olmadı, ama yokluğunun kara kış olduğuna eminim. Buna hep emindim. O kıza bile söylemiştim bunu. Yağmur. Bu eve gelebileceğini ve yalnızca senin dolanabileceğin çarşaflara kokusunu bırakabileceğini sandığın Yağmur... Beni ayakta tutan yegâne şeyin, şimdi yukarıda, o çarşafların arasında beliriverme ihtimalin olduğunu belki bilmek istersin. Belki zaten biliyorsundur. Seni o çarşafların arasında değilse de bir gün, bir yerde, bir şekilde bulacağımı biliyorsun. Baharın ne olursa olsun geleceğini bilmen gibi.

Yıllar önce, Londra'da ilk kez –başka bir hayatta ilk kez– karşıma çıktığın gece, kabul etmiştim ben bunu. Kaçınılmaz olanın olacağını ve baharın geleceğini, yani. İçimde açmayan bir tohumdun ve seni yıllarca dünyanın her yerine taşımıştım. Ama umut, zamanla yitirilen bir şeydir, özellikle onu beslemeye hakkın olup olmadığını bilmediğinde. Seni bulmayı umut ediyordum ama bir o kadar da etmiyordum. Herhalde bulursam olacakları bildiğimden.

O gece seni bulmadım aslında. Karşıma çıktın. Acayip bir andı. Bütün gece gökyüzünde çakanlara benzer bir şimşek çaktı göğüs kafesimde seni görür görmez. Yüzlerce tohum – bir değil yüzlercesi vardı artık - aynı anda çatlayıp filiz verdi. Onca baharla ne yapacağımı şaşırdım. Senelerce seni aramamışım gibi barın tekinde karşıma çıktın ve ben seni hastanelik ettim. Yıllarca, nasıl bir cehennem hayatına mahkûm ettiğini düşünmekten uyku uyuyamadığın birisini, onu bulur bulmaz hastanelik etmezsin, puşt herif... Hastaneden çıktıktan sonra belki gidersin diye hep bir adım fazladan uzağında yürüdüm. Sürtük elbisesi dediğin elbise sana çok yakışmıştı, ama sana nasıl baktığımı, ya da kendimi bırakırsam sana nasıl bakacağımı görmemen gerekirdi. Görmüş olabilirsin. Ve kabul etmem gerekir ki gitseydin, yani eğer gitmeye karar verseydin, daha iyi olmuş olabilirdi. Ama arabanın arkasındaki, piknik sepeti dediğin çantayı görünce benimle yürümeye devam ettin, bu seni biraz olsun eğlendirdiğinden sanırım. Gülmeye –sen farkında olmasan da– bu denli ihtiyacın olduğunu fark etmek, deli gibi kalbimi kırmıştı. Ve yine puştun teki olduğumdan, orada sana anlatabileceğim onca şey içinde gidip sana babamı nasıl katlettiklerini anlatmıştım. Orada sana anlatabileceğim onca şeyden ilki, senin hayatını benim siktiğim olabilirdi mesela. Ve bunu hiç söylemedim, Cemre, ama o gece sana, senin başına tüm bu pisliği ben açtım demeye aslında çok yaklaşmıştım. Neden demediğimi ise biliyor olmalısın. Puştun tekiydim çünkü. Çoktan verdiği zarara yenilerini eklemek üzere olan, elinde olmadan kalbine yeniden bahar gelen bir puşt.

Çok güzeldin o gece. Gelmişime geçmişime lanet ettirecek kadar güzel. Savunmasız ve masum ama bir o kadar tetikte ve her an celallenmeye hazır. Uyurken bile, evet. Uyurken seni izlemiştim; bacaklarım kalkıp kapıya gitmiyor, odadan çıkamıyordu bir türlü. Gözlerini açtığında beni bir ucube gibi tepene dikilmiş halde bulmandan korkmasaydım, pencerenin önündeki tekli koltukta uyurdum da o gece, ama gözüme muhtemelen uyku girmezdi. Nitekim girmedi de. Sabaha karşı kalktım, salona geçtim. Şirazesi kayan hayatımı düşünüp durdum.

O sabah, tüm o yalan dolanlarla çekip gitmene neden göz yumduğumu sana anlatmıştım bir keresinde. Neredeyse bir sene sonra, beni ablamın doğum gününde aradığı için telefonunu açmış bulunduğum ve bunu, neyin işareti olduğunu bilmeden bir işaret saydığım Hüma'nın istediği yardım için İstanbul'a geldiğimi de biliyorsun. Bilmediğin, bu şekilde olmasaydı da önünde sonunda İstanbul'a gelip, dünya üzerinde olduğun yer neresiyse oraya gelip, seninle yine karşılaşacağımdır. Ya da seni bulacağım, diyelim. Bence hayat, ikisinin arasında bir fark bırakmamak için elinden geleni yaptı. Ve bence bu, sana yaptıklarımın kefaretini ödemem için bana biçilmiş bir bedeldi.

Cemre Düştü | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now