24 | #216477

2.2K 293 165
                                    


🏜

"Beni o barda bulacağını biliyordun çünkü bu tüyoyu sana ben verdim... Değil mi?"

Kilidin dişleri soğuk metal aksam içinde ürpertici sesler çıkararak üç tur döndü. Gecenin sessizliğine büyük bir gürültüyle açılan kapıyı sonuna kadar aralayan Soner, içeri geçmem için bana yol veriyordu.

"Kalkıştığın iş hiç kolay değil Bahar, dikkatli ol."

Nilgün'ün sesini kulağımdan uzaklaştırmaya çalıştım ve içeri yürürken gülümsedim. Kalkıştığım işin hiç kolay olmadığını biliyordum. Soner Mutafoğlu'nun kalesine sızmak kesinlikle şahane bir fikir değildi fakat bir gece önce aynı niyetle buraya gelen Nilgün'ün çabalarının da boşa çıkmasıyla tüm yolları tüketmiştim ve artık önümü ardımı düşünecek şansım kalmamıştı; bunu hepimiz için yapmak zorundaydım.

Ahu için.

Toprak için.

Hayatıma devam etmek için.

Loş koridor, yerden ince yeşil şeritlerle aydınlatılmış devasa bir kış bahçesinin paralelinde boylu boyunca uzanıyor ve küçük bir kraliyet odasını andıran dev sütunlarla çevrili salona ulaşıyordu. Ortaköy'ün değil, ıssız bir tepenin rüzgarlı sırtlarında yerini yadırgamayacak bu evde Soner'le baş başa olduğumuz düşüncesi tüylerimi ürpertmek için yeterliydi, yine de derhal ısınmak zorundaydım.

Bu eve de, bu düşünceye de, yapmak zorunda olduklarıma da.

"Ama şaşırmadım diyemem," diye devam etti Soner, salonun arkasına ustalıklı bir dizaynla gizlenmeyi başarmış ada mutfağın başına giderek. "Bu işe hafif yanmış filtre kahve eşliğinde devam ederiz sanmıştım."

Hafif yanmış filtre kahve eşliğinde devam edebileceğimiz işleri geride bırakmıştık ancak evinde oluşumuzun hikayesinin beklenenden hızlı geliştiği doğruydu. 

"Ev biraz serin olabilir ama birazdan ısınırsın."

Bulanık birer çamur birikintisini andıran gözlerinin soluk rengi, mutfağın loş sarı ışığı ile eşsiz bir uyum içindeydi. "Ne içersin diye sorayım mı, yoksa bana mı bırakırsın?"

Sorusunun cevabını beklemeye niyetliymiş gibi bir sükûnet hakimdi hareketlerine. Oysa sorusunun cevabını ikimiz de biliyorduk, bu konuda sadece dakikalar önce, karşılıklı anlaşmıştık. Barda içebileceğimiz envai çeşit kokteyl vardı ama Soner'in bana ikram edeceği single malt Türkiye'de başka kimsenin mahzeninde bulunmuyordu. Ve bir bar sandalyesi üzerinde bir kitap dosyasının ilk taslağını inceleyebilirdik, ama bir biyografinin hakkını hakkıyla teslim etmek için, o eserin inşa olduğu kaleye girmek; bir adamı o adam yapan detayları görmek, hissetmek, karakteri ve yaşantıyı oluşturan dokuyu kavramak lazımdı.

Kısacası, bu eve girmek için Soner'e bir takım edebi mavralar okumuştum.

"Biliyor musun, bana dediğin şey, uzun zamandır birisinin söylediği en mantıklı şeydi," dedi Soner.

"Hangisi?" diye sordum. Mutfak sandalyesine yerleşmiş, bir bar taburesindeymişçesine servis edilmek üzere olan içkimi beklemeye başlamıştım. Petrol yeşili renginde minderlerle kaplı sandalyeler, herhangi bir barın herhangi bir taburesinden katbekat rahattı ve bitmek tükenmek bilmez kaygılarla kaskatı kesilen bedenimi değilse de, hiç olmazsa kalçamı rahat ettiriyordu.

Soner sesimi taklit etmek üzere boğazını temizledi ve bunu yaparken dirseklerinden birini tezgaha yasladı. "Bir adamın mutfak tezgahını görmeden, o adam hakkında bir iyi bir biyografi yazılabileceğine inanmıyorum."

Cemre Düştü | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now