26 | #ffdf00

1.9K 233 254
                                    

Merhaba!

Yeniden buluşmak için sayılan günler geçti, sonbahar geldi, sonunda buluştuk, iyi ki buluştuk!

Hoş geldiniz! 🫶🏻

Şahane bir yolculuk olsun,

sonbahar da bahardır... 🫳🏼🤎


🏜️

Her şey burada başladı. Bir avuç toprak parçasının başında. Kardeşimi bunun altına gömdüm. Peşinden de kendimi. Belki önce kendimi. Belki herkesten evvel. Bir önemi yok sırasının. Sıra önemsizdir çünkü ıstırap değişmez.

Bir el tuttu çıkardı beni topraktan. Hızla ısındım ve hızla soğudum. Belki tam tersi oldu. Önemi var mı bilmem. Yok.

Kapkara bir kış bahara döndü bir gece yarısı ansızın. Ansızın bir infilak. 'Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak'. Edip Cansever talihsiz. 'İsteseydik sevişirdik, ama olmadı' der o. Bazen olur, olmaması gereken her şey.

Ne olduğunu anlamadan doğdum ben bir gece yarısı, mesela. Ansızın. İnfilak ettim, tomurcuklarım geceye saçıldı. Geceye. Dünyaya. Yürümeyi öğrendim. Koşmayı öğrendim. Acı çekmeyi öğrendim. Ve ölmeyi öğrendim sonunda. Hatırladım. Çünkü hiç unutmamıştım. Benim en iyi bildiğim şeydi ölmek. Ölmeden bildiğim şey. Hatta, doğmadan bildiğim şey.

Artık en iyi bildiğim şey, ellerinde ölmek.

Çünkü beni öldürdün.

Üzerime toprak attın.

Cemre toprağa değil, cehenneme düştü.

Baharı getirmedi.

Kimsenin baharı olmadı.

Senin ölümün oldu.

"Abla."

Seni öldürdüm. Tüm arzum buydu.

"Abla..."

Seni öldürmek. Seni toprağın altına sokmak. Cehennemin dibine atmak.

"Abla hadi. Gidelim."

Ahu eğildiğim yerden doğrulmama yardımcı oldu. Dizlerimde kuruyan yaralara, parmaklarımın arasına, tırnaklarımın diplerine dolan toprağa baktı. Silkelemeye yardımcı olması gerektiğini düşünüyorsa da bir şey yapmadı. Bana dünya bile yardım edemez diye düşünüyor olmalıydı.

Arabaya yürüdük. Yolları aştık. Tükenmiş yazın cılız güneşi son demlerini esirgemedi üstümüzden. Omuzlarım ısındı. Şakaklarım ısındı. Yalan söyleyemeyen elmacık kemiklerim bile ısındı. Kalbim ısınmadı.

Meydanın başında indim. Ahu'nun güçsüz ısrarları güçsüz kaldı bir kez daha. İçimde ne var ne yoksa bağsız, ekşi üzümler gibi yuvarlandı eski şehrin çukurlarına doğru. Arnavut kaldırımlarında ezildim. Koyu renk metal plakalar birer tabut misali üzerime kapandı. Zülfikar bandolu bir kortej gibi ölümümü ilan etti. Kendi ellerimle mezardan çıktım. Kendi ellerimle mezara girdim. Kapıyı açtım. Eve girdim. Yüksek tavanlı salonun, kiremit rengi tuğlalarla örülmüş duvarların, gövdesi terlemiş bira şişesinin üstüne lekesini bıraktığı eskitilmiş güzelim ahşabın, ince uzun borusu tavana kadar uzanan şöminenin önünden geçtim ve poyrazlı bir gecede havadan uçuşup oraya konmuşçasına dünyevi olmaktan uzak görünen, üzerinde tüller uçuşan yatağa yattım. Kırık beyaz tülden bulutlar yalan söyledi bir kez daha, burası cehennem değil cennetmiş gibi yaptı. Cehennemin içine battım. Günahın, ıstırabın, neye yakıldığı bilinmeyen ağıtın yatağıydı bu yatak. Yatak ve yatak ve yatak ve yatak. Uçsuz bucaksız İstanbul'un üfürdüğü rüzgâr üstüme esti, ateşi harladı. Sırtımı ateşe verdim, yüzümü yalancı göğe, ellerimi cehennemin kalbine.

Cemre Düştü | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now