Çarşı Pazar

5.1K 424 68
                                    

5.500 TL.

Hiç bir değeri olmayan beş bin beş yüz. Elli beş adet yüz lira. Varlığı dert,yokluğu yara olan beş bin beş yüz lira.İki torba sebze,iki torba meyve biraz fatura ve artığından kemikli et.

"Bir aylık sikişin bedeli."diye alay ediyordu Rıdvan artık.
"Emek sikişi.."

Market arabasını sadece iki kez dolduruyor,sebzeleri belirli oranda pay ediyordu. Etler yemeklere koku bırakmak için giriyordu ve kaşığa asla denk bile gelmiyordu. Rıdvan sadece faturaları kapatmak,mutfağı "ölmeyesilik" doldurmak ile hükümlüydü. Öyle ki bir aylık emeği karşılığında cebine gerçek anlamda sıfıra sıfır kalmıştı.

Maaşı alınca faturaları ödemiş,alışveriş için annesine parayı vermişti. Eline kalan sadece bin liraydı maaştan. Bu bin lirayla da ne yapacağını biliyordu, beğendiği ceketi alacaktı. İçi yün astarlı,pilot ceketti. Kahverengiydi ve epey kaliteliydi. Rıdvan'ın üzerindeki yedinci yılını dolduruyor ve sigara yanıkları,inşaat pisliği derken olduğundan da eski duruyordu. Bu nedenle kesinlikle kara kışın soğuğu,ayazı kapıdayken kendine bir mont almak akıllıca olacaktı.

Bunun için çarşıya inmişti ve cebindeki bin liracığın verdiği güvenle omzu dikti.Önce "Veesselamünaleyküm."diyerek kıraathanedeki dayıları selamlamış sonrasında ise bankta oturup dantel ören kadınları selamlamıştı.Esnafla biraz hasbihal etmişlerdi. Pınar'ın bıraktığı bazı eşyalar vardı, hammal gibi taşımakla görevliydi Rıdvan.
Günü iyi bile geçiyor sayılabilirdi lakin...

Çarşının ucundaki sahafta arkası dönük uzun boylu,iri herifi görene dek.

"Oktay.."diye mırıldandı Rıdvan gıcırtılı bir sesle.Bugün kamuflajlarını giymemişti. Haki rengiyle onu özdeşleştirmişti Oktay denilince aklına direkt olarak haki yeşili geliyordu. Zira askeri haki yeşil kamuflajlarıyla ve beresiyle onu görmeye o denli alışıktı ki sivil görünce bir tuhafına gidiyordu.

Azrail gibiydi herif. Baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Uzun boynunu saran balıkçı yaka siyah bir triko giymişti,boğazını kapatsa da adem elması hala belirgindi. Kısacık saçlarını siyah ,kalın bir bere örtüyordu. Uzun ve siyah bir kaban giymişti ki bu onun iri cüsseli selvi boyunu daha da "heybetli" hale getirmişti.Yine bir gram mimiği oynamıyordu ve çene hattı jilet gibiydi. Kapalı bir kutu gibi sıkıca kapalıydı ağzı. Dudakları da oynamıyordu,vücudunda en ufak nokta da. El oyması bir heykeldi o.

Kalbi de heykeltıraşın insafına kalmış olmalıydı ,en az mermer kadar sert ve soğuktu nitekim!

Sadece o geceleyin uzaklarda yanan sarı-kızıl tonlu alevleri andıran kehribar rengi gözleri hareket ediyordu. Uzun,kemikli beyaz parmakları sıkıca bir kitabı kavramıştı. Kehribar rengi gözleri satırların arasına geziyor,yüzünde duygu kırıntısı olmadan ayak üstü bir şeylere bakınıyordu.

"Okumuş adamın hali de başka oluyor enişte.."diye girdi Rıdvan içeri.

Burası bir sahaftı lakin gürültüsüz yerdi. Eski,öğretmen emeklisi Selime Hanım'ın mekanıydı. Bir köşede insanlar kahve yudumlar,sessizce kitap ya da dergi okurdu. Ya da insanlar raflar arasında gezinirdi,kitaplara göz gezdirirdi. Yani herkes "sessizdi."
Görgü nedir bilmeyen, çalı çırpının içerisinde en az bir "çalıkuşu" hürlüğünde ve çağlayan gürlüğünde yetişen Rıdvan ise bunu umursamayacak kadar "varoştandı."

İki saniyede okumayıversinlerdi kitap mitap,Rıdvan konuşacaktı.Oktay Komutan'ın sert bakışları bir bok çuvalına bakar gibi Rıdvan'a kaymıştı lakin. Bu bile sadece bir kaç milisaniye sürmüştü.

"Kitap okuyan insanlardan zarar gelmez diyorlar."dedi Rıdvan dudak ısırırken. "İnsan ruhundan anlayan kibar,oturaklıdır derler."

Rıdvan burnuna dolan sararmış kitap sayfalarının ve kahvenin kokusunu alamıyordu dahi. O denli baskın bir koku vardı ki...Kitapların yıllanmış sayfalarını kül ediyord,mürekkepler kurumuştu. Kahveler asla yetişmemiş birer çekirdekti,ne tadı vardı şimdi ne de kokusu. Kokular silinip gitmişti. Yel kokuları çalmıştı ve burnun direği yalnızca bir notaya tutunmuştu sıkıca. Sanki başka ton,koku ya da nota yoktu dünyada.

İktidarTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang