Kaf Dağının Ardında

4.3K 390 19
                                    

"hayat kaf dağının ardında


sorun ne sende ne bende ortamda


herkes yanlış mekanda zamanda..."


Kar tüm şehri kendi beyazlığına mahkum etmişti. Yollar hala buzlu,ağaçlar ise gelinlikle olduğu yerde salınıyor gibiydi. Sanki nikah sabahı olan kişi Oktay değil de ağaçların ta kendisiydi. Oktay duşta saatlerce fayansları izlememiş gibi daha sonra lavabo musluğundan akan soğuk suyla defalarca kes yüzünü ıslatmıştı.O görkemli düğünleri anımsadı. Kehribarları kızarırken yüzüne daha da soğuk suyla çarpmıştı. Sanki bu tatlı ılık yaz rüyasından bir an evvel uyanması gerekiyordu da onu ancak bıçak kadar keskin olan bu soğuk su gerçekliğe döndürebilirdi.

O kır düğünlerini anımsıyordu. Nisanda malumun ilanı gelirdi,eylül ve ekimin hafif serinli gecelerine dek sırayla birbirini takip ederdi. Binbir Gece masalları da neydi ? Onların düğünleri kadar güzeli hiç bir zaman hiç bir yerde olmazdı.

Kızları en az bir kuğu kadar zarifti. Uzun elbiseleri genellikle ayak bileklerini kapatırdı,genelde el bileklerine dek uzanan ince kumaşlar giymeyi tercih ederlerdi. O güzel kaftanları insanları hayrete düşürürdü ki gelin kim ,genç kızlar kim ayırt etmek imkansız hale gelirdi. Pırıltılı kumaş üzerinde işlenmiş desenler,ince bellerini saran gümüş ya da altın kemerlerle salınırlardı. Ayakları sanki yokmuş,gökte süzülür gibi bir hava verirlerdi. Uzun elbiselerinin altında attıkları kısa mesafeli adımlar onları gökte süzülen bir kuş kadar zarif ve ince gösterirdi.Erkekler ise o gün için en heybetli halleriyle ,güçlü bir kartalı anımsatırlardı. Keskin,kıvrak ve çevik dans hareketleriyle pistin tozunu attırmadan önce o günün neşesini daha iyi bulmak üzere kalpaklarını başlarına iliştirirlerdi.Oktay ufak bir oğlan çocuğuyken omuzlarında armalar olduğunu ve yaldızlar işlenen kıyafetlerini anımsıyordu.

Ve atlar...

Dünyanın en güzel,en asil canlılarıydı. Hiç bir şey yapmadan durmaları dahi büyük bir hayranlık duymak için kafiydi. Hele ki şaha kalktıklarında ya da danslarında kafelerine eşlik ettiklerinde ondan daha asil canlı bulunmazdı. Yellelerine dokunduğunda uçabileceğini bile inanıyordu. Sanki bir atın üzerine binse,uzun bir mesafe dörtnala gitse hayat yeniden eski berraklığı ve ılık yaz günü şefkatine kavuşurdu.

Oktay yüzüne yeniden buz gibi su çarptığında aynadan moraran gözlerine hırsla bakındı.

Bu onun toprağında çalınan ezgilerle,atların ve güzel dansların eşlik ettiği görkemli bir düğün olmayacaktı. Anne ve babası kendi kaftanlarını giyip misafir ağırlamayacaktı. Bütün sülalesi gelin ve damadı onurlandırmak için asalet danslarını yapmayacaktı. Atlar hiç olmamıştı,olmayacaktı. Düğünde içip yüksek sesle söylenen şarkılar olmayacaktı.

Yapayalnızdı.

Kimsesiz biri gibi kimsesiz bir şekilde kimse bilmeden evleniyordu. Yanında sadece evvelinden arkadaş olduğu iki üç askeri vardı.

"Zaten ölsem de benimle şehadete onlar gelmeyecek mi?"diye mırıldandı Oktay hüzünle. "Ne fark eder, ha ölüm ha düğün işte."

Ayak sesleri işitir gibi olduğunda buhulu banyodan çıkmış ve salonda uyuyan oğlana göz gezdirmişti. Ufak bir çocuk gibi elleriyle kendini sarmış,kendine sarılmıştı. Sürmeli gözleri kapalıydı. Uyurken niçindir bilinmez alt dudağı sarkıyor,mızmız bir çocuk gibi büzülüyordu. Ufak tefek burnu,şişe ağzı gibi irileşen burun delikleriyle nefes almaya çalışıyordu.

Oktay oğlanın açıkta kalan omzunu kapatmak için yorgana uzandığında elleri yeniden ateşe dokunmuş gibi cayır cayır yanarak,ansızın geri çekilmesine sebep olmuştu.Şüphe içinde can bulan bir canavar gibiydi. En ufak belirsizlikler bu canavarı büyütüyordu. Rıdvan ise her hareketiyle kuşkunun,şüphenin ta kendisiydi. Durmaksızın Oktay'ın içindeki canavarın büyümesine,o kadar büyüyüp kendini yiyip bitirmesine neden oluyordu.

Eli havadaydı.

"Günaydın."dedi Rıdvan tek gözü kısık halde Oktay'ın suratına bakınırken. Sevimli bir tebessümle şişik gözlerinin kaybolmasına neden olmuştu. "Uykumda mı boğuyodun ?"

"Yastıkla mı çıplak elle mi boğsam diye düşünüyodum."dedi Oktay tek kaşını havaya kaldırıp. "Yastıkla yapmaya karar verdim."

"Ha.."dedi Rıdvan kurumuş dudaklarını ıslatırken. "Bu sefer kahvaltı verecek misin ? Yoksa açlıktan ölmem için kurtlara mı atarsın."

Oktay mutfağa bir bakış atarken ağzından nasıl çıktığını bilmediği bir cümleyi orta yere savuruvermişti.

"Sen hazırlasana. Kahvaltı masasına oturmayalı asır falan olmuştur hem seni bir yere götüreceğim."

"Ne?"

Oktay bozuntuya vermeden sinirle devam etti. "Yani otel değil bura,kalk siktir git kur sofranı. Sonra da bir yere uğrayacağız."

"Haa,anladığım dile döndük."dedi Rıdvan kıkırdayıp. "Sucuk var mı? Canım çekti."

"Ne yapacaksın,yumurta mı?"

"Sucuklu menemen."dedi Rıdvan esneyerek.

"Sabah sabah mı?" Oktay yüzünü ekşitirken alayla oğlanın üstündeki yorganı savurmuştu. "Ne mide varmış."

"Sen akşam üzeri ye,banane?"



İktidarWhere stories live. Discover now