Kara Gece

5.9K 471 168
                                    

Sızım sızım sızlayan başı şakaklarından yayılan dayanılmaz bir ağrıya ev sahibiydi. Görüş açısını tamamen bulandıran baş dönmesi de bu sancıya eşlik ediyordu. Bünyesinde yoğun miktarda sentetik,alkol ve nikotin dolanırken bu kadarını bile görebilmesi kendi adına mucizeydi.Havanın ayazı yüzüne bir balyoz misali iniyordu. Sıcak arabanın içerisinden indiğinde dışarının soğuğuyla karşılaşmak bünyesinin irkilmesine neden olmuştu.

"Sik gibi araba sürüyorsun,yamuk yumuk."diye mırıldanmıştı Rıdvan. Sesi boğuk çıkıyordu. Bunun nedeni alkolden ve sigaradan tahriş olan boğazlarının sesini kartlaştırmasıydı. Boğazına kadar çıkmış olan midesinin de bu hususta önemli bir etken olduğu doğruydu,Oktay arabayı bebek beşiği sallar gibi kullanıyordu. Rıdvan'ın bedeni o kadar sarsılmıştı ki zaten bulanan midesi iyiden iyiye şahlanarak şiddetini arttırmıştı.

"Sikinin yamuk olduğunu da öğrendik bu vesileyle."diye tıslamıştı Oktay Komutan.

Bazen onun gerçek konuşmasıyla "tıslama" sesini ayırt etmek imkansız hale geliyordu. Nadiren düz tonda konuşuyordu adam. Rıdvan'a has bir durumdu bu,Pınar ile konuşurken düzdü oysa o ses tonu. Sanki dilinin ucunda bir zehir varmış da onu tükürüyormuş gibi çınlıyordu üslübu. Dilinin ta kendisi bir sapandı ve "ıslık" gibi bir sesle taş fırlatıyordu adeta. İçinde bir gram duygu kırıntısı beslemeyen,soğuk ve karanlık bir tonlamaya sahipti. İnsanın kendisini bir böcek olarak hissetmesine neden oluyordu. Hatta bir böcek olarak hissetmeyi bir kenara bırakırsak,onun sesi insanın koca galakside bir toz zerresi kadar bile öneme sahip olmadığını çağrıştırıyordu.

"Siktir.."diye gürlemişti Rıdvan.

Bebek beşiği gibi bir sağa bir sola savrulup duruyordu. Arabanın camlarına çarpan suratını tutarak inledi. Acı,ani bir fren sesi kulaklarına dolmuştu. Araba bıçak gibi keskin bir hareketle durduğunda Oktay'ın alevlenen kehribarlarında kendi yansımasını görebiliyordu. Bir aleve bakmak gibiydi kehribarlarına bakmak. Bir kaç adım daha yaklaştığında geriye sadece küller ve dumanlar kalacakmış gibi duruyordu. Sanki bir kaç milim daha yaklaşsa Rıdvan,son göreceği şey küllerin ve dumanın dansı olacaktı.

"Senin ,özel şoforün değilim amcık ağız."

Oktay'ın yerlerinden fırlayacak gibi duran gözlerinde bir ateş parıltısı daha peydah olmuştu. "Seni..."diye fısıldadı ağır bir tavırla. "...şurada,kurtlara köpeklere yem etmediğime dua edeceğine bir de emir mi veriyorsun?"

"Yaparsın."diye yanıtladı Rıdvan kaş çatarken. "Beklerim,şaşmam."

"İn."diye gürledi Oktay sinirle.

"Ne?"

"İn,sikik arabadan in."

Rıdvan yanlış duyup duymadığını merak ediyordu. Nereye inecekti ? Dağın başında bir yerdi. Öyle ki sisten,pusudan göz gözü görmüyordu. Burası gecenin karanlığında ince gümüşi bir perde gibi etrafı sarmalayan pusunun hakim olduğu "hiçlik" yeriydi. Hiçlikten başka bir şey bulmak imkansıza yakındı. Puslu gecede göz gözü görmeyecek kadar fluydu, bu bulanıklık ise ince bir perde gibi tüm gecenin üzerine çökmüştü.

"Davetiye mi bekliyorsun?"

Oktay'ın tok sesi Rıdvan'ın kulaklarında yankılanıyordu. Bir kurşun gibi kulağını delip geçecek kadar keskindi ses. Rıdvan büzüştürdüğü suratı ve kısık gözleriyle bakınmıştı adamın yüzüne. Bir ölüm meleğine benziyordu. Onu tarif edebilecek en kusursuz tanım kesinlikle buydu. Yüzünün güzelliği kalbinden gelmiyordu ,bu kesindi. Rıdvan daha ziyadesiyle bu çirkin kalbinin nursuzluğu nasıl oldu da suratına sıçramadı diye merak içerisindeydi. Adamın bir kalbe sahip olduğu bile meçhuldü. Belki de sadece kendisi gibi "görev" için yaşayan bir organdan ibaretti. Görevi kan pompalamak olan ve içinde başka hiç bir şeye yaramayan bir kas yığınıydı kalbi.

"Ne o? Pınar yerine beni mi alcan..."dedi Rıdvan. Sürünürcesine doğrulup,kapıya zorlukla tutuğunda burnuna dolan "duman" kokusu ile birlikte nevri dönmüştü.Damarlarının içinde gezen ve onu ateşli bir dansa kaldıran maddeye aşıktı. Bunu inkar edemezdi. Geri dönülemez bir şekilde muhtaçtı. Karşı koyamayacak kadar zaafiyet duyuyordu o coşkulu maddeye. Onsuzluk dudaklarının kurumasına neden oluyordu.

Fakat çoğu zaman ona ulaşmak için geçtiği yollar meşakatliydi. Sevmediği bir adamın tenine dokunmak,sevmediği bir adamın tenine dokunmasına izin vermek dikenli bir yolda yürümeye benziyordu. Gülün peşinde kanat çırparken dikenlerin ayaklarını parçaladığını fark edemeyecek bir bülbül gibiydi. Ne gülden vazgeçebiliyordu ne kanayan ayaklarına saplanan dikenlerden.Alkol,sigara dumanı ve damarlarında şaha kalkmış olan madde hepsi bir araya gelmişti. Üstüne, Mirza'yı tatmin etmek için sabır taşı olan "küçük mavi haplar" hala kanındaydı.Birazcık sigara dumanı kokusuyla birlikte hepsi dağ olmuş,içinde patlamıştı.

Rıdvan sarsılarak,şiddetle öğürdü.

Ağzından oluk oluk boşalan ılık sıvı Oktay'ın postal botlarına doğru şeritlerle akıyordu. Rıdvan'ın gözleri yuvalarından fırlıyordu. Göz damarları kızılcık şerbeti gibiydi,gözlerinin akı tamamıyla tan kızılı bir renge bürünmüştü. Çatlak çatlak duran göz damarları iyice belirginleşirken şakaklarından ter damlaları savruluyordu. Boncuk boncuk hatta nohut tanesi kadar ter damlaları akıyordu. 

"O.." ağzından sadece ilk harf çıkabilmişti. Midesi spazm geçirirken gözleri tam anlamıyla alev alıyordu. Kasılmaktan akıttığı göz yaşları bile cehennem alevleri kadar kavurucu bir sıcağa sahipti.Başını sabit tutamadığı için kendi kusmuğu,burnuna hatta kulaklarına doğru girmişti. Boynunu kımıldatacak gücü bile bulamamıştı kendisinde.

Kendi kusmuğunda geberip gitmek Rıdvan'ın kendine layık gördüğü bir ölüm biçimi değildi. Ne bileyim,ıssız ve tenha bir yerde torbacının biri tarafından vurularak ölebilirdi mesela? Üzerinde dünden kalma gazeteyle bulunabilirdi,daha gizemli olurdu.Ya da daha destansı bir ölüm yakışabilirdi,tam para babası bir "bok" olduğunda mesela.

Ama hayır Oktay'ın askeri postallarına bakarak kendi kusmuğunda boğulup gebermek pek şairane ve destansı bir ölüm gibi gelmiyordu kulağa!

"Siktir!"diye gürlemişti Oktay onu ensesinden yavru bir köpeği kaldırır gibi kaldırırken. "Gebereceksin amcık!"

"Keşke.."diye fısıldamıştı hırıltılı nefesiyle Rıdvan. "Keşke."

Burun deliklerine ve kulak zarına kadar dolan mide öz suyuyla kahkaha patlatmıştı puslu gecede. Gümüşi bir perde gibi etrafı saran sisi delip geçen bir kahkahaydı bu.

"Geberme iki dakika."diye mırıldandı Oktay.

Sıcaktan soğuğa geçince yüzüne bir balyoz etkisi yemiş Rıdvan afallamıştı. Yerin soğuğu ve ıslağı kalçalarındaydı.Kot pantolon kumaşı ıslak ve soğuk halde bütünleşmişti teniyle. Islak kotun rahatsız edici hissi ve mide bulantısı ile birlikte savruktu. Oktay lütfedip oğlanı yerden bile kaldırmamıştı.

İnsan gibi beline destek verebilirdi,omuzla kaldırabilirdi. En basiti omzuna girebilirdi.

Yapmamıştı Oktay. O geceki gibi tekmeler haldeydi. Sadece bu sefer dövmek için tekmelemiyordu, ayak ucuyla "top" havalandırır gibi sersemlemiş Rıdvan'ı yerden topluyordu. Ellerini sürmüyordu.

"Vebalı değilim,dokunsan sikin düşmez."diye hırladı Rıdvan. Ağzındaki derya deniz biriken tükürüğü sertçe fırlatmıştı.

"Bende hammal değilim,kalk yürü." Oktay terslemişti.

"Ayakta durmaya mecalim yok,insan mı değilsin ulan sen?"

"Çeneye mecalin var. Sarıp sarıp bi boklar içmeye de."dedi Oktay kaşlarını çatarak. "O halde kaldır götünü. Lojmandayız,yanımda bir müptelezi kucaklayarak girmeyeceğim oraya!"


İktidarWhere stories live. Discover now