12. Bölüm "Gül Güzeli - Giriş"

3K 272 42
                                    

Günümüz (6 Ağustos)... İstanbul...

Saniyeler sırtında geçmişin "keşke"lerle yaralanmış anılarını taşıyınca zaman geçmek bilmez, nefeslerin gittikçe yavaşlar, yavaşladıkça derinleşir. O âna kazık çakıyormuşçasına saplanıp kalırsın, ne ileriye gidebilirsin ne de geçmişe dönebilirsin.

Boğucu bir yaz gecesinde, penceremin hemen yamacındaki yatağıma Ayın ışığı düşüyor. Yatağın ayakucuna yastığımı taşıyor, hülyalı beyaz ışığın yüzümü yıkamasına izin verip gökyüzünü görmeye çabalıyorum. Hapsetmekle beslenen kentleşmenin engellerine inat, bakışlarımı hevesle yıldızlara tırmandırıyorum. En çok bu saatlerde seviyorum yazı. Güneş yeryüzünü kavurmaya çalışan sadist bir enerji topu suretiyle dalga dalga işkence ettikten sonra ortalıktan elini eteğini çekiyor çünkü. Yerine pare pare yıldızları bırakıyor, başlarına da nöbetçi olarak ayı dikiyor kadifemsi geceye.

Eşi benzeri bulunmayan gökyüzünün bu işlemelerinde bakışlarımı gezdiriyorum, en zarif nakışları parmak uçlarımda hissedermiş gibi. Gecenin kalp atışlarını göz kırpan yıldızlarda duyabiliyor, zamanın aheste nefeslerini tenimi okşayan bir serinlik olarak görebiliyorum. Uzak düşlere dalan insan yığınlarından uzak, bedensellikten sıyrılabilen bir ruh olmayı başarabiliyor; yalnızlığın en bağımlılık yaratan çeşnisini kalbimin en derininde hissediyorum.

Ben yıldızları nabız gibi atışlara, o ise bir şarkının notalarına benzetmişti.

Bana o öğretmişti yıldızlarla konuşmayı.

Bir elimin parmaklarını saçlarımdan geçirirken günün en önemli anısı birbirine dolanıp parmaklarımın yolunu tıkıyor. Karar vermenin getirdiği sorumluluk yükü bir göçük gibi düşüyor üstüme. Nefeslerim düzensizleşiyor. Hazal Hanım'ın ödevi geçmişten kalan bir lanet gibi tekrar tekrar yankılanıyor kulağımda.

Ay ışığının verdiği cesaretten midir bilinmez, iki gündür ilk defa elimi karnımın üzerine koyuyorum.

Bir büyü gibi hayaller istila ediyor benliğimi. Bir filmden kopmuş gibi bir sahne doğuveriyor hayalimde. Sevimliliğiyle iç ısıtan turuncu renklerin eşliğinde, iki sevgilinin görüntüsü boyanıyor. Şu an üzerinde olduğum yatağın üstünde, bu eve taşındığımız ilk gece geliyor aklıma. Havada peri tozlarını anımsatan bir mutluluk asılı... Göz bebeklerimizden akan aşk nehrini göremeyecek kadar kör olan bir gözün yatak, koliler ve bakışlarımız dışında eşyadan fakirce, boş olarak nitelendirebileceği bu odadayız. Birbirimize duyduğumuz duygular bir battaniye gibi örtüyor üstümüzü, dışarıda kar taneleri kuş tüyleri gibi salına salına süzülürken...

Ellerimiz ellerimizde, gözlerimiz gözlerimizde. Yüreklerimizi değiş tokuş etmişiz.

"Seni seviyorum."ların bile yetersiz geldiği dakikalardayız.

Seni yaşıyorum.

Dudaklarımızda bu iki kelimenin raks etmesine gerek yok. Kalplerimizi duyabiliyoruz. İkisi beraber atıyor sanki. Göğüs kafemize boşuna vurmuyor. Her vuruşunda diğerinin ismini kazıyor.

Tam o anda söylemek isterdim Bora'ya bir bebeğimizin olacağını.

Mucizemiz olacağını.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now