1.Bölüm "Haberin Var Mı?" *

16.7K 458 79
                                    

1.Bölüm "Haberin Var Mı?"

"Yastığımda, düşümde, içimdesin
Bir hain bıçak gibi kalbimdesin
Dermanı yoktur, bilirim."

-Fikret Kızılok

Günümüz Temmuz ayı, İstanbul

Yağmur, renge hasret gri sokaklarda bestelediği şarkısını pencerelerin ardında mırıldanırken biz; psikiyatrımın geniş muayenehanesinde ağır ağır sessizliğimizi yudumluyoruz.

"Sessizlik," demişti Hazal Hanım bir anda bu büyülü sükûneti bozarak. "Sessizlik, içimizde tümör gibi büyüyen bir yalnızlığın intikamını kelimelerden almamızın sonucunda doğar."

Bunu, üçüncü seansımızın uzatma dakikalarını oynarken söylüyor. Bakışlarım, aramızdaki kiraz rengi alçak sehpanın üzerinde duran mendil kutusuna takılmış; beyaz bir alev sanki donup kalmış gibi kutunun en üstünde duran kâğıt mendil, çekilmek ve gözyaşlarımı bağrına basmak için bekliyor.

Çok bekler...

Doktor Hazal Hanım, bakışlarımın çengeline takıldığı nesneyi fark etmiş olmalı ki, cevapsız bırakacağım öksüz bir soruyu daha soruyor.

"En son ne zaman ağladın, Eylül?"

Pek de bir fark yok konuşmakla ağlamak arasında. Konuşmadığım kelimelerin kalbi kırık olduğu kadar, gözyaşlarım da insan içine çıkmak için isteksiz...

Hazal Hanım'ın biraz önceki söylediklerini düşünüyorum. Anlatacak kimsem kalmadığı için mi susuyorum? Omzunda ağlayacak kişilerin boşluğunda mı gözyaşlarım buharlaşıp iç çekişlerime karışıyor?

Cevap, tereyağından kıl çeker gibi zihnimin avuçlarına seriliyor.

Yalnızlığım... İçimi bir savaş yerine çevirmiş adeta. Kaybeden tarafın cephesiyim ben, kelimelerim kanaya kanaya savaşsalar da yorgunlar artık. Son istekleri, sessizliğin kollarında huzur bulmak... Hayal kırıklıklarım, nankör bir süngü olmuş; cümlelerimi acımadan deşmiş. Ağzımdaki metalik tat ondan olsa gerek, her soru sorulduğunda cevabım dudaklarımı terk edemeden kan kaybından yitiyorlar.

"Yalnızlık ismini verdiğimiz olgu, ruhu olan her şeyin kendine has bir benliğe sahip olmasından ileri gelir." diyerek kendi felsefi yaklaşımını sunuyor Hazal Hanım. "Bir nevi kanser hücresi gibi... Kendimize ait o da, fakat aşırı çoğalıp işgal etmeye başladığında belirtiler ortaya çıkıyor."

Yalnız...

Tek kelime, iki hece, altı harf, sonsuz bir illet...

"Yalnız... Yalnız... Yalnız... Yalnız..." diye tekrarlamaya başlıyorum kelimenin tadını alamıyormuş gibi.

Doktorum, naif bakışlarını üzerime gururla karışık bir heyecanla yöneltiyor.

"Bir kelimeyi çok tekrarlarsınız anlamını bir müddet sonra kaybetmeye başlar. Bu oyunu oynamışsınızdır mutlaka, değil mi?"

"Evet." diyor nazik hecelerle. Terapi seanslarımız boyunca sabırla konuşmamı beklemişti, beni ürkütmek istemiyor olmalı.

"İşte, sanki yıllardır birileri benimle bu oyunu oynuyor. Sıra kime gelmişse, beni asla bırakmayacağını söylüyor, inandırıyor ve çekip gidiyor."

Yalnızlığa terk etmeyen tek şey, yalnızlık olmuştu. İronik.

Hazal Hanım devam etmem için bekliyor, sabrına hayran olduğumdan mıdır bilinmez, minnettarlık ağır basıyor, devam ediyorum.

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin