33. Bölüm "Fark Etmeden - 1"

2K 204 25
                                    

                  

"Güneşin gölgede kalışı gibi,
Uykunun düşlere dalışı gibi,
Kalbimin nabzımda atışı gibi,
Bir yolun bir yere varışı gibi,

Vazgeçip uzaktan senin yanında,
Kendime cevapsız soru sormuşum,
Kaybolup giderken fırtınalarda,
Gönlümce bir ıssız ada bulmuşum.

Fark etmeden, fark etmeden, fark etmeden;
Senin olmuşum..."

-Fikret Kızılok

19 Nisan, 11 yıl öncesi, İstanbul

         "Sınıfı mahvetmişsiniz yine!"

         Duyanı gülümseten halis muhlis Trakya şivesiyle, müdür yardımcısının duyuruları için paldır küldür dersi bölmesiyle, ama en çok sınıflar arasında çöpçatanlık yapmasıyla aylar içinde gönlümüze taht kuran kat görevlimiz Şirin Abla sesleniyor sınıfın kapısından. Elinde tahtayı silmek için, renkli tebeşirler yüzünden artık beyaz olmayan ıslak bir bez tutuyor. Masmavi gözlerine yansıyan bir dehşetle plastik tabak ve çatal kusmuş gibi duran çöp kutusuna bakıyor.

         Bitiş zili çalalı on dakika olduğundan sınıfta cevap verme cesaretini sırtlanacak benden başka babayiğit yok.

         "Son ders doğum günümü kutladık, Şirin Abla," diyorum. "Arkadaşlar sağ olsunlar, pasta almışlar bana. Hep beraber kutladık."

         "Oy, kuzum benim, nice yıllara." Elindeki bezi bırakıp kısa ama doğal bir sarılışı armağan ediyor.

         "Sağ ol, Şirin Abla."

         "Ben aşağıdan bir çöp torbası alayım, kuzum. Sen gitmiyor musun? Servisini mi kaçırdın yoksa?"

         "Yok, abla, arkadaşımı bekliyorum ben."

         Sınıfında eve servisle gitmeyen tek kişi olduğu için fotokopi görevi ona yüklenmişti, kırtasiyedeki işini bitirmesini bekliyorum.

         "Anladım canım." diyor ve tahtayı büyük hamlelerle sildikten sonra kapıya yöneliyor. "Mutlu yıllar tekrar."

         Şirin Abla, adımları yıllanmış ahşap yerde küçük sesler bırakarak uzaklaşınca, yüksek tavanlı sınıfımda yine tek başıma kalıyorum. Pencerenin kenarındaki sıraya doğru yürüyor, masanın üzerine oturup Bora'nın telefonunu bekliyorum.

Bahar yağmuruyla yumuşamış, nemli ve ılık bir rüzgâr; her bir doğum günü tebriği için ayrı ayrı teşekkür edip gülümsemekten uyuşan yanaklarıma masaj yapıyor. Denizin kıyısına dek sıralanmış binaların çatılarını aşarak uçuyor bakışlarım, bu puslu günde sükûnete bürünen denizle kendimi özdeşleştirerek izliyor ve yoğun bir okul gününden sonra mecali kalmayan zihnimi dinlendiriyorum. Melodik bir sessizlikle gevşiyorum. Ayaklarım, sabahtan beri aklımda çaladuran, sırnaşık bir ezginin notalarına salıncak oluyor, parmaklarımla sıranın kenarında haylaz bir ritim tutuyorum. Alçak bir sesle mırıldanıyorum şarkımı. 

         "Fark etmeden, fark etmeden, fark etmeden..."

         Beklenilenin heyecanı sarmış beni, aklım hoş bir ezgiyle bulanmışken. Sadece onun dizginleyebildiği vahşi bir özlem varmış ruhumda mevcut. Büsbütün zıvanadan çıkmadan, bir an evvel vakit gelsin; basamakları yutar gibi koşarak aşağıya ineyim ve onu göreyim, istiyormuşum oysa. Yorulduğum için eve gitmeyi değil... İçimde kıpır kıpır hislerden örülmüş bir ağ farkındalığımın gözlerini tamamen kapatmış. Duygular, sadece yaşanmayı talep ediyormuş. Akıl ne zaman ne de neden sorgulaması yapabiliyormuş.

         Farklı liselerde okuduğumuza pişman olmak, bencilliğime kurban olmakla eşit olduğundan kendime onu özlediğimi itiraf edemiyorum.

         Neyse ki Bora telefonumu çaldırıp kapatarak bu çıkmazda sürünmeme fırsat vermiyor.

         Çantamı sırtıma takıyor ve hızlı adımlarla aşağıya iniyorum. Altı üstü iki kat merdiven kâbuslardaki gibi basamak doğuruyor sanırsınız, yol bir türlü bitmiyor. Sabırsızlık mı, heyecan mı kestiremediğim bir duygu kalbime sek sek oynatıyor.

         Zemin katına indiğimde çıkış kapısından loş koridora düşen zayıf gün ışığında yüzen toz taneciklerini görebiliyorum. Eğer bu dikkatimi çekmeseydi, gökteki yaygaracı yağmur bulutları yüzünden kamufle olabilecek o tanıdık, nazlı keman sesini duyamayacaktım.

         Notalar kopuk kopuk gelse de, ayak bileğimden öyle güçlü kavrıyor ki, öne doğru tek bir adım dahi atamıyorum. Şaşkınlıkla arkamı dönüyorum onun yerine, itinayla kulaklarımı kabartıp notaların kaynağını çözmeye çalışıyorum. Kütüphanenin açık kapısını deniyorum.  

         Ve duyuyorum.

         Notalar birleşiyor, bir ezgi doğuyor. Ruhumda çılgın bir maytap patlıyor, dudaklarımın köşeleri karıncalanıyor.

         Gülümsüyorum.

         İyi ki doğdun şarkısını çalıyor Bora.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now