7. Bölüm "Kol Düğmeleri - Giriş"

4.3K 355 43
                                    

İstanbul... 4 ay önce... 19 Nisan

Öyle bir hışımla dalıyorum ki küçük salonuma, kapalı bir Nisan sabahında duvarımda huzmeleriyle resim çizen güneş bile gri bulutların ardına saklanıyor. Kıskançlık, makul düşüncelerimin hepsini kılıçtan geçirmiş durumda, öfkemin alevinde dövdüğü saplantılarımı sağ kolu yapmış, söz dinlememezliği giyinmiş taç niyetine...

Kulaklarımda yankılanan, Bora'nın dudaklarından irin misali sızan bir kız ismi sadece...

Kor gibi değdiği yeri kül edecek çıplak adımlarım dört duvar tarafından sınırlandığı için bile kızgınım. Parmaklarımı sinirle saçlarımdan geçirdiğim sırada Bora hemen arkamdan yetişiyor bana.

"Eylül!" diyor. "Ne olursun, senden istediğim iki dakika... Bir dinle beni."

Elinde hâlâ suç delili olan minik cupcake ile arsız arsız duruyor tam karşımda.

"Bak, yemin ediyorum, hiçbir şey olmadı. Yahu, sadece bir masum e-posta attım, ne mesaj ne telefon... Yazdığım da sadece bir sorucuktu. Lisedeyken Ceren'le buranın pastalarını sevdiğinizi biliyordum. Dükkânın ismini hatırlayamadım. Bir ihtimal o bilir diye Ceren'e sorayım, dedim."

Bak, hâlâ... Derin bir nefes alıyorum.

"Google, Bora. Google. Bir de bilgisayar yazılımcısısın güya sen. Ben mi öğreteceğim sana Allah'ın Google'ını kullanmasını..."

Bora gülümsemeye başlıyor.

"Allah'ın Google'ı..." diye mırıldanıyor sonra.

Bazen, hatta çoğu zaman, 14 yıl önce tanıştığım hâlinin daha olgun olduğunu düşünüyorum.

"Ya tamam sen masum bir amaçla atmış olabil-"

Bora çekinmeden sözümü kesiyor.

"Çok rica ederim, ulvi bir amaç içindi bir kere o... Doğum gününün ilk hediyesi bu cupcake... Kahvaltıda pasta. Küçüklüğümüzde beraber hayal etmedik mi hatta bunu? Ayrıca bundan başka yirmi dört küçük sürprizim daha var. Çeyrek asırının şerefine yirmi beş sürpriz..."

Öyle usta ki kelime oyunlarıyla başımı döndürüyor, bir anlığına neden bahsettiğimi unutuyorum.

"Peki... Sen ulvi bir amaçla..." diye başlıyorum tekrar tane tane. "...ESKİ SEVGİLİNE masum bir e-posta göndermiş olabilirsin. Fakat o ne düşünmüştür kim bilir, bunca zaman sonra eski sevgilisinden neden bir e-posta alsın ki... Bunlar aklına hiç gelmedi mi?"

"Abartıyorsun Eylül." diyor böyle bir ihtimal hiç olamazmış gibi.

"Hiç de bile." Beynimdeki tüm hücreler onaylıyor beni. Hiçbir şüphe kırıntısı yok, kristal berraklığında her şey... "Ceren yorumlar, Bora. O öyle yorumlar, inan bana... Öyle biri o."

Bora hayatının hatasını yapıyor sonra.

"Haksızlık ediyorsun kıza." diyor.

Elindeki keki yapboz masası olarak adlandırdığı yemek masasına bırakırken az önce söylediklerinde hiçbir problem yokmuş gibi yanındaki koltuğa çöküveriyor, rahatça bacak bacak üzerine atıp ayağını sallamaya başlıyor hatta... Tepkisizliğim üzerine göz göze geliyoruz. Her şey ağır çekimde gibi, yüzümü dikkatle inceledikten sonra dudaklarını aralıyor. Biraz önce patlattığı bombanın sorumluluğunu üstlenecek herhâlde, diye düşünüyorum.

"Üşümüyor musun sen öyle? Hoş, benim manzaradan hiçbir şikayetim yok ama."
Tekrar dikkatimi dağıtsa da bu kez, cümlesi demir atmıştı takıntı denizimin kıyılarına. Üzerimdeki ince geceliğe baksam da gördüğüm sadece Ceren ile Bora'nın mazideki görüntüleri...

"Haksızlık mı ediyorum?" diye soruyorum. Sesim en dramatik hecede çatlayınca biraz önceki kırgınlığımı hissettirebildiğimi umuyorum.

Bora'nın bakışları gözlerimin en derinlerine dalıyor direkt. Orada bu defa buluyor neler düşündüğümü.

"Eylül..." diyor gözlerini kapatıp. "Aşkım, ne olur hiç açmayalım o konuları tekrar..."

Salondaki tüm gerginliği emmek istermiş gibi iç çekince Ceren'i ve anılarını geldikleri kapıdan geri gönderip kapıyı kilitliyorum üzerlerine. Bora'yla başbaşa halletmemiz gereken bir mesele bu.

"Yoruyorum artık seni, değil mi? Takıntılarım boğmaya başladı belki de."

Deprem olmuş gibi gözlerini açıp bakışlarıma tutunuyor.

Kafasını iki yana sallıyor ben devam edemeden. Ayağa kalkıp buz kesen kollarımı sarıyor söz veren parmakları.
"İnan," dese de dudakları usulca, gözleri göğü yarmak istermiş gibi yalvarıyor. "İnan, sana olan aşkımdan başka hiçbir his, hiçbir düşünce barınmıyor bu bedende. O kadar ki Ceren'i duyduğunda kırılabileceğini düşünemeyecek kadar sarhoş olmuşum gecenin hayaliyle."

Dokunuşu bir büyü gibi, kanatlanıp lavanta rengi saatlere uçuruyor beni. Gündüz düşümden yine yanaklarımdaki notalara hükmeden parmaklarıyla uyanıyorum.

"Ah, açtı işte o gül pembesi..." diye fısıldayıp yanağıma masum olamayacak kadar tutkulu bir sıcaklıkla konuyor dudakları.
Kemanındaki gibi biliyor doğru notayı nasıl yakalayacağını, krizlerimi senfoni yönetir gibi yönetiyor.

"Sevgili olmayı bile beceremiyorum, Bora." diyorum. Alnımı boynuna gömüyorum büyük bir yorgunlukla. Hoyrat dalgalar çekilmiş artık aklımın kıyılarından... Issız bir sakinlik hâkim şimdi Bora'nın kollarında...

Saçlarıma dudaklarının izini kazımak istermiş gibi defalarca öperken daha da sıkı sarıyor beni.

"Sorun değil, ben hallederim, daha fazla severim, senin için de severim bizi."

Efsanevi (Efsanevi #1)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ