6. Bölüm "Fikrimin İnce Gülü"

6.1K 374 85
                                    

Yalnızlığımın artık SevdaÇiçeği'ni kokladığını en baştan on dördüncü kez mırıldanırken kutu gibi 1+1 dairemin salonundayım. Kucağımda bilgisayarım, ikinci el mobilya satış mağazasından aldığım köhne bir kanepenin içine gömülmüşüm. Ayaklarım şişmiş, minik kahve masamın üzerinde keyif sürüyorlar. İhtiyacımın dışında gereksiz hiçbir eşya barınmıyor bu evde. Yemek masam bile tam bana göre, tek kişilik...

"2000 parçalık bir yapboz bile zor sığar bu masaya, biz nasıl sığacağız..." diye tekrar şikâyet ediyor beş ay önceki Bora, beynimin içinde.

Sorun çözüldü, diye yanıtlıyor onun hayaletini şimdiki hâlim.

Bunaltıcı bir Ağustos gecesinde bilgisayarım kucağımı iyiden iyiye ısıtırken e-postalarımı kontrol ediyorum. Arkadaşım Cem'in haricinde yeni bir e-posta yok.

"Biliyorum ne zamandır konuşamadık ama bundan haberdar olmak isteyeceğini düşündüm. Bu hafta, genel yıllık kontrolüm vardı ve sonuçları on dakika önce aldım. Sonuçlar temiz, kanser yakamı tamamen bıraktı sanırım artık, iddiayı kazandın. Galibiyet yemeğini nerede, ne zaman yemek istersen; emrine amadeyim." 

Kendi dertlerimle boğulurken onunla üniversitenin hazırlık sınıfından beri süren geleneğimizi, galibiyet yemeğini, tamamen unuttuğumu fark ediyorum. Daha uygun bir saatte telafi için aramayı kaydediyorum aklımın yapılacaklar defterine. Kendimi uyuşturacak daha başka bir şey bulamayınca bilgisayarımı kapatıyorum.

Bora'nın doğum gününü sonlandırıyorum erkenden.

Yatağıma giderken annemin sözleri sakız gibi yapışıyor adımlarıma. Her bir adımda duraklayıp aklıma yapışan anıları kazımaya çalışıyorum, karanlıkta pusuya yatan hayaletleri çağırıyormuşçasına, lanetlenmişçesine musallat oluyor başıma hepsi.

Evin içinde Bora'nın dolaştığını görüyor gözlerim.

Kokusunu alıyorum.

Kemanının sesi geliyor belli belirsiz.

Biliyorum hepsi yalancı.

Yalan söylendiğini bilince daha kötü vurur ya, aynı öyle, ağırlaşıyorum. Depresif hava kalkmıyor üzerimden.

Dişlerimi fırçalarken bile aynada yansımasını görebiliyorum. İki yasak âşık gibi bakışıyoruz. İsyanımdan önce özlem yazılıyor bakışlarıma. Yıkılmaya devam eden bir enkaza çevirse de, bu aşka kutsal bir tapınak gibi tapmaya devam ediyorum hâlâ. Gözleri kalbimi çalıp götürse bile, gözlerinin hayaline kalbimin gölgesi esir düşüyor tekrar.

Sürüne sürüne yatağıma giriyorum.

Bu ağırlığın sebebini biliyorum. Petrol gibidir benim yaralı ruhum, önce tüm üzüntülerim, hayal kırıklıklarım, bezginliğim fosilleşecek sonra isyanım ateşleyecek beni, cayır cayır yanacağım. Hissediyorum gelecek atağı, dolunayı bekleyen bir kurt adam gibi çaresizim.

Yatağımın ucunda duran ev ödevimi görüyorum daha sonra, Hazal Hanım'ın doldurmam için verdiği defter, sayfalarında esen yalnızlık için beni suçluyor. Ödevinden inatla kaçan bir kız çocuğu edasıyla altındaki okuma kitabımı elime alıyorum. Mantığıma kulağımı tıkayıp "la la la..." diye bağırırmış gibi kitabımı açıp kaldığım yerden okumaya başlıyorum.

Zihnimi uyuşturmaya öyle çok ihtiyacım var ki eroinmanları solda sıfır bırakacak bir bağımlılık problemi yaşıyorum ben.

Kitabın kapağını aralıyorum ve içeriden sızan cümleler, kendi evrenlerine davet ediyor beni.

Samuel Paul Reynolds, kelimelerin efendisi, aheste adımlarla ilerledi sahnenin ortasına. Elinde iki asır görmüş bir kitapla selamladı beklenti dolu sessizliği. Karamel rengi saçlarını yıkayan sahne ışığı gözlerini aldığından ilk sıra hariç kimseyi net göremese de, içi rahattı, seyircilerin arasında bir yerde yıldızı onu izliyordu.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now