17. Bölüm "Aldanırım - Part 1"

2.6K 255 69
                                    

12 YIL ÖNCESİ...

İSTANBUL...

Kelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz?

Haydi, çekinmeyin, sorunun üzerine korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, algının sınırlarını inatlaşırmış gibi zorlayın, özgürlüğe koşuyormuş gibi yorulmadan hayal edin.

İpucu mu istiyorsunuz hâlâ? Yoksa benim gibi fazla hissiz kalıp ruhunuz mu hamladı sizin de?

Pekâlâ... İdman zamanı!

Aklınızı susturun, o sesin yüreğinizden ruhunuza akarken ardında miras bıraktığı yankıları duyabiliyor musunuz? Kalbinize tohum misali yuvarlanıp orada yeşillenen sözlerin elinden tutun. Gözlerinizi yaşartan o fısıltı tekrar sızlatsın gönüllerinizi... Belki çocuğunuz ilk kez "Anne!" diyerek tombul ellerini uzattı size, belki babanız "Gurur duyuyorum seninle." diye sırtınızı sıvazlıyordu o sırada ya da belki de sevdiğinizin dudakları "Sensiz yaşayamam." ı armağan etmişti...

Tanıdık geldi, değil mi?

Gözlerinizi açabilirsiniz, ruhunuz kıpır kıpır artık. Şimdi biliyorsunuz.

Şanslısınız. Ben çok geç öğrendim... Kelimeleri yıllarca zihnimin paslı zindanlarına hapsettim, bir araya gelip şarkılarını söyleyemesinler diye dillerini kestim. Kalemimden akan mürekkep katlettiğim kelimelerin kanı aslında, metalimsi bir ikiyüzlülük kokusu sinmiş kırılgan üslubuma... Ama hikâyeler ısrarla dile getirilmeyi talep ediyor.

Ve benim kefaretimi ödemem gerek...

Tüm stres ve karmaşayı kapsama alanım dışında bırakarak kucağımda kitap şekline bürünen sihirli bir dünyanın efendisi olmuştum yine. Sayfaların üzerindeki diyar diyar kentlerde hükmümü ilân etmiş, satırlardan kendime altından bir taht inşa ettirmiş, soytarım olan karakterlerin rengârenk kelimelerle hazırladığı cümbüşe tüm dikkatimi vermiştim.

Kadehimi halkım için kaldırıyormuşçasına bir gururla sayfayı çevirip eğlenceye kaldığım yerden devam ettirecekken kötü bir büyücünün asasını yere vurmasıyla hayallerim su almaya başlıyor.

Bakışlarımı harflerden penceremin camına çeviriyorum.

Kötü büyücü Bora açmam için ısrarla camı tıklamaya devam ediyor. Dört kere.

Odam, park alanı gibi olmuştu onun için. Hastalıkta, sağlıkta; iyi günde, kötü günde; varlıkta ve yoklukta, ölüm bizi ayırana kadar aradaki ağacımızın bize verdiği yetkiye dayanarak odalarımızı evlendirmişti.

Perdeyi iyice kenara çekip bir elimde hâlâ kitabı sırtından tutarken pencereyi açıyorum.

"Cık, cık, cık, cık..." diye beni kınarken dengesini sağlamak üzere pencerenin pervazına yaslanıyor.

"Test çözmen gerekmiyor mu senin, OKS'ye ne kaldı şunun şurasında..."

Esprisine gülermiş gibi yaptıktan sonra kayıtsız bir ifadeyle devam ediyorum.

"Sen ne yapıyorsun o hâlde burada?"

"Seni çalıştırmaya geldim işte."

Kış kapımızda olmasına rağmen hava hâlâ sert yüzünü göstermemişti. Taze oksijen barındıran serinletici esinti ağacın dallarında oynaşırken hâlinden memnun, keyfine bakıyor.

"Kapımız var, biliyorsun." derken taşındığımızdan beri kaç defa kapımızı kullandığını içimden saymaya çalışıyorum, iki elimin parmaklarını geçmiyor.

Efsanevi (Efsanevi #1)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora