39. Bölüm "Nocturne"

2K 270 32
                                    




                  

Devam

         Durun, filmi en başa -günün başlangıcına- saralım.

Pazartesi günkü önemli toplantı hakkında, ondan önceki son iş günü olması sebebiyle, patron bu projede rol alan tüm programcıları ve mühendisleri Cuma sabahı bir araya toplamak istemişti. Ben de bilgisayar çantamı yüklenmiş, sabah yürüyüşüm toplantı yüzünden engellenince işe yürüyerek gitmenin daha uygun olacağına karar vermiştim. Evden erken çıktığım için de, yaylana yaylana gitmekte özgürüm. Ana caddeye girmeden hemen önce mesaj Angela'nın mesajını görüyorum. Yardım derneğinin sosyal medya hesaplarını açtıktan sonra el afişlerini yeniden tasarlamaya ve üzerlerine de bu adresleri eklemeye karar vermiştik, bugün matbaadan kâğıtların çıktığının haberini veriyor ve kendisi akşama dek hastanede nöbette olacağı için kâğıtları benim alıp alamayacağımı soruyor.

"Tabii..." diyerek kabul ettikten sonra, nereden teslim alacağımı soruyorum. Angela, çok gecikmeden bana konumu atıyor; zaten yolumun üstünde bulunan merkezden bir kutu el afişini alıp ofise doğru devam ediyorum.

Patronumuz, Danimarka asıllı Bay Olsen, ne durumda olduğumuzun raporunu sözlü olarak aldıktan sonra benim sunumum hakkında konuşurken fazladan zaman harcıyoruz. Bir nevi patron, bu sunumun ne kadar önemli olduğunu vurguluyor böylelikle. Birlikte çalıştığım ekip, gayet uyumlu; geldiğimden bu yana, çok uluslu çalışanlara sahip bir ofis olduğumuzdan yabancı oluşumun bir dezavantajını görmemiştim. Almanya'da giderek artan Türk nüfusu sayesinde ilk Türk çalışanları da değilim. Ancak diğer çalışanlara göre genç ve daha az iş tecrübesine sahip olmam, bu işte kendimi kanıtlamam için ekstra çaba sarf etmem gerektiği manasına geliyor. İstanbul'daki işimde de aynı durum söz konusuydu.

         Günlerdir saatlerce çalıştığım sunumun ön gösterimini iş arkadaşlarıma ve Bay Olsen'e yaparken tedirginliğimi saklamaya çalışıyorum. Sunumun sonuna ulaştığımda, karşımdaki tablodaki yüzlerin etkilendiğini ya da en azından güvenoyunu verecek kadar memnun kaldıklarını gördüğümde, kaygıyla kasılan yüreğime soğuk su serpiliyor. Bay Olsen, gelecek pazartesi için bir iki katkıda bulunuyor ve şimdiden hepimize başarılar diliyor.

         Toplantı sonrası, ofisteki işlerimi de hızlıca bitirince eve dönme vakti geliyor. Matbaadan aldığım el afişlerinin bir kısmını iş arkadaşlarıma da dağıtmak üzere ayırdıktan sonra, kutuyu ve bilgisayar çantamı yüklenip ofisin çıkışına doğru yöneliyorum. Ancak alt kata ulaştığımda, yağmurun tekrar gökten boşanırcasına yağmaya başladığını görüyorum. Ağzı açık kutudaki kâğıtları ıslanmadan Selin'e ulaştırmak imkânsız olacağı için taksi çağırmaya karar veriyorum, ofisin dönen kapısından çıkıyor, dışarıdaki güvenliğe taksiyi soracakken işte o anda sesi duyuyorum.

         "İşte ben, buna küçük dünya derim."

         Dorian!

         Büyük konuşmamın bir kefareti mi yoksa Selin'in inatçı ısrarlarına hiç yüz vermediğim için ödemem gereken bir bedel miydi bu; bilmiyorum. Her ne olursa olsun, Dorian Solberg az önce benim çıktığım kapının tam önünde bir elinde telefonu diğerindeyse şemsiyesiyle duruyor.

         "Dorian?" diye soruyorum tekrar, şaşkınlıktan gözlerimin doğruyu söylemediğini düşünüyorum.

         "Eylül!"

Dorian, şemsiyesini kaldırıp yanıma doğru ilerlerken gülümsüyor.

         "Burada ne yapıyorsun?"

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now