15. Bölüm "Saklımdasın - Part 1"

2.2K 252 59
                                    

Günümüz... İstanbul...

Ne şanslıyım ki görkemli kanatlarını koşulsuz şartsız açıyor Kenan Kaptan bana, ne zaman rotamı kaybetsem yıllanmış tecrübelerini demleyip ince belli bir bardağa kan kırmızısı sözlerini dolduruyor, dupduru merhametini de üzerine ekleyerek acısını alıyor. Neyzenlere taş çıkarırcasına üflediği kelimeleri de şeker gibi bir tat verince babalığının tadı damağımda kalıyor.

"Şirin Baba'yı mı özledin, Eylül kızım?"

Son basamakları da çıkarken apartmanda yankılanan sesin kaynağına kaldırıyorum bakışlarımı. Kenan Kaptan babacan kanatlarını açmış, gözlerinde olgun ruhunun mücevherleri parlarken dudaklarına mütevazı bir gülümseyiş yerleşiyor. Yorgunluğunu omuzlarının düşüklüğünden seçebiliyorum.

Esprili karşılayışına gülsem de kahkahalarımın sesi kısık, Şirin Baba adını Kenan Kaptan'a takan Bora'ydı. Yasak bir şarkıya eşlik ediyormuşum gibi çelimsiz bir nefes salıyorum sadece.

"İyi misin, Kenan Kaptan? Yunus Abi'yi gördüm. Fenalaştığını söyledi."

Cevap olarak içeriye buyur ediyor önce. Yorgunluk bakışlarına asılırken çelik kapıya dayanıp yumuşacık sesiyle devam ediyor. "İyiyim, kızım. Bir şeyim yok, ama bedenim de günden güne yaşlanıyor. Doğal bunlar. Ayran içince kendime geldim biraz daha."

Endişemin buzları Kenan Kaptan'ın iyi olduğunu temin eden sıcak bakışlarıyla yavaş yavaş eriyor, şükran duaları arasında topuklu ayakkabılarımı çıkarıyorum. Sızlayan adımlarımla antika sayılabilecek halının üzerinde yürürken Bora'yla defalarca bu ince uzun koridordan geçtiğimizi düşünmemeye çalışıyorum. Onunla olan geçmişimiz, ruhuma sarılı bir lastik gibi... Ne kadar uzaklaşmaya çalışsam anılarımıza çarpmam o kadar sert ve harap edici oluyor.

"Sen nasılsın, Eylül kızım?" diyor Kenan Kaptan kutsal sessizliği bozarak. "Başladın mı hazırlanmaya?"

Salona geçtikten sonra oturmam için işaret ediyor. Hemen önünde durduğum tekli koltuğa oturuyorum, omzumdaki bilgisayar çantasını koltuğa dayıyorum.

"Hafif hafif..." diye yanıtlıyorum onu. "Kalacak yer bakmaya başladım internet üzerinden. İş yerine yakın bir daire var, orası olursa çok iyi olacak, ev sahibinin geri dönmesini bekliyorum."

"Güvenli bir muhit mi? Onları da araştırdın mı?"

Kafamı sallıyorum. "Araştırıyorum."

Birisinin benim için endişelendiğini en son göreli epey zaman olmuş ki, Kenan Kaptan'a bunları neden sorduğunu sormaktan son anda durduruyorum kendimi.

"İyice araştır kızım. Yabancı bir ülkeye gidiyorsun, kolay mı? Tanıdık birileri olacak mı? Benim amcaoğlu da orada aslında, Köln'de ama o. Ben sana onun telefon numarasını da vereceğim. Ne olur ne olmaz..."

"Altından kalkabilirim Kenan Kaptan." diyorum cümlelerindeki endişeyi koklayınca.

"Ondan yana şüphem yok, kızım."

"Sen bana değil, çevreye güvenmiyorsun; demek."

Gülümsüyorum.

"Tabi ya." diye yanıtlıyor iki kuru öksürüğün arasında. "Tek başına gidiyorsun oralara."

Pek sayılmaz, diye içimden mırıldanırken karnıma indiriyorum kaçak bakışlarımı. Tam da bu yüzden buradayım ya...

"Yemek yedin mi kızım?" diye uyandırıyor düşüncelere dalmadan Kenan Kaptan beni. Karnımı ovuşumu çok daha farklı yorumlamış olmalı.

Hayır anlamında kafamı iki yana sallayınca Kenan Kaptan ayaklanıyor.

"Otur o zaman sofraya." diyor başıyla yemek masasını gösterip. "Akşam yemeğine istesen de istemesen de misafirimsin."

İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda dik dik bakıyor, gülümseyerek kafamı sallamaktan başka bir şeye cüret edemiyorum.

"En azından sofrayı ben hazırlayayım." diye teklif etsem de kabul etmiyor. "Beraber hazırlarız..." diyor. "Hep beraber hazırlamadık mı zaten?"

Yemekler Kenan Kaptan'dan, salatalar benden, bulaşıklar Bora'dan. Sofrayı hazırlamak ise hepimizin göreviydi.

Bora'nın aramızdaki gölgesine karanfil bırakıyor bu sözüyle. Muhteşem üçlüden geriye kalanlar olarak üçüncümüzün yokluğunu iliklerimizde hissettiğimiz en çarpıcı makamdan bir ah çekiyor, birbirimize yardım ederken anılarımızın her köşeye parmak izlerini bıraktığı bu dairede kendimizce bir saygı duruşuna geçiyoruz.

Sessizliğin ne acı bir baharat olduğunu tecrübe ettiğinden midir bilinmez, Kenan Kaptan kelime orucumuzu bozup yemek boyunca sorular soruyor. İşten, evden, Almanya'dan...

Mayın tarlasında öyle güzel dans ediyoruz ki...

Ne zaman patlayıp havaya uçacağımızı merakla bekler oluyorum.

Buraya gelmemin sebebi aklıma tekrar düşünce lokmalar boğazıma duruyor. Bebeğimin, düşüncesine yeni yeni alıştığım bir canın, şu an benimle beraber kalbinin attığını hayal edince dengem şaşıyor. Çatalımı büyük bir kararlılıkla masanın kenarına bırakıp derin bir nefesten güç almaya çalışıyorum.

"Kenan Kaptan, benim onunla görüşmem lazım."

Not: Yeni bölüm cuma gününe...

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin