20. Bölüm "Üstüme Basıp Geçme - 1"

276 49 21
                                    

"...Gururum yere düşer,

yeter ki bak yüzüme,

üstüme basıp geçme, yâr..."

Günümüz... 9 Eylül... İstanbul...

"Almanya'ya yolculuk ne zaman?" diye soruyor annem.

Gelmemeliydim, hiç gelmemeliydim, söylemek tahmin edip edebileceğimden çok, çok daha zor.

"Yarın, onda." diye yanıtlayıp, sırlara gebe bir sessizliği buyur ediyorum.

Nasıl girmeliyim konuya?

"Kalacak yeri ayarladın mı, peki?"

"Evet, evet." diyorum geçiştirerek. Hecelerimin telaşlı vurgusu beni ele veriyor, içinde dumanı tüten kahvenin bulunduğu kupasında çemberler çizen parmağı duruyor, bakışlarını bana kaldırıyor. Düşüncelerimi göz bebeklerimin ardına saklıyorum, merakını sıradan ve yapmacık bir gülümsemeyle savuşturuyorum.

Her şeyi anlatacağım, bana biraz daha zaman ver, anne.

"İyi bir yer mi?" diye soruyor.

"Güzel görünüyor, iş yerinden ve şehrin merkezinden çok uzakta değil, ulaşım rahat, küçük bir daire ama biz- bana yeter."

Aklım bambaşka bir yerde...

Buraya gelmeden önce yapılan son kontrolde, doktorun her şeyin şimdilik normal göründüğünü söylediğini hatırlıyor ve cesaretimi topluyorum.

"Anne, sana bir şey söylemem gerek." diyorum, çantamdan ultrason resimlerinin içinde bulunduğu hastane dosyasını çıkarıyor ve annemle aramızda bulunan sehpanın üzerine koyuyorum.

Annemin gözleri dosyaya takılı kalıyor.

"Hastane mi?" diye fısıldıyor. Bakışlarına sinen bir korkuyla bana dönüyor, yanıtsızlığa tahammül edemeyince, "Beni korkutuyorsun, Eylül, neyin var?" diyor. Endişe, nefesini çalıyor. Elini kalbine götürüyor.

Acı acı güldükten sonra "Birazdan ağlayacağım. Senden bu ilgiyi görmek, gözlerimi yaşartıyor." diyorum.

"Eylül..." diye uyarıyor. "Bir gün anne olursan anlarsın."

Bu kez gerçek bir kahkaha savuruyorum.

"İşte, tam da konumuza geldik." dedikten sonra dosyadan ultrason resimlerini alıp ona uzatıyorum.

"Bunlar ne?" diyerek eline alsa da, parmaklarının arasında duran resimlerin çok geçmeden ne anlama geldiğini kavrıyor. Parmakları kekeme dudaklar gibi titremeye başlıyor, kirpiklerinin ardındaki yeşile çalan harelerde hislerin geçit törenine şahit oluyorum.

Neden bir tepki bekliyorum?

"Ben hamileyim." diyorum, kelimeler tane tane kayıyor dudaklarımdan. Yumuşak söylemime ve su gibi sözcüklerime inat, kaskatı bir sessizlikte boğuyor annem beni. Ultrasona düşen bakışlarının gölgesinde kıpraşan onca duygu ve düşünceden hangisini kuşanacağına hazırlıksız olsam da, son görevini yerine getirmiş olmanın iç huzuruyla dimdik ayakta duruyor ruhum.

Sonra, çocuğunu kucağına almanın heyecanıyla kanı kaynayan hiçbir anne adayının duymak istemeyeceği soruyu soruyor.

"Ne zaman aldıracaksın?"

Parmaklarım bebeğimin varlığını hissetme özlemiyle karıncalanıyor, yavrusunu koruma refleksiyle iki kolumu da karnımın çevresine sarıyorum.

"Aldırmayacağım, anne." diyorum.

"Kaç haftalık?" diye soruyor.

"On üç."

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin