5. Bölüm "Sevda Çiçeği"

5.5K 381 63
                                    

Kanaya kanaya ayağa kalkıyorum.

Kalbime kazık gibi saplanmış delici cümleler var, biliyorum. Onca kan, acı ve çığlığın birbirine bulandığı kargaşada hangisinin beni yaraladığını seçemiyorum. Hanife Hanımların taşınması mı yoksa öz annemin mi kelimelerinin ucunu daha da kanatıcı olması için bilemesi mi, emin olamıyorum.

Bir zamanlar anılarımda bembeyaz bir masumiyete sahip olan bu ev, daha da kirleniyor artık. Baktığım her yerde kan lekeleri görür gibi oluyorum. Gözlerimi kırpıştırıyorum birkaç kez ama nafile... Ağlamayı becerebilsem belki birkaç damla bile süzülebilir gözlerimden.

"Ben yavaştan gideyim," diyerek adımlamayı hatırlatıyorum kendime. Annemin gözlerindeki haksız bir yargının hükmünü giymem için emreden bakışlarını değil de, kurtuluşumun sözünü veren adımlarımı izlemeyi tercih ediyorum.

"Daha erken, kal biraz." diyor annem. Kelimeleri ne kadar davetkâr olsa da sesi buz gibi...

"Yarına yetiştirmem gereken bir sunumum var." diyerek yapmacık nezaket gösterisini sonlandırıyorum. Bakışlarım evin çıkış kapısını okşuyor zaten.

"Bir dakika, sana bir şey vermem lazım." diye durduruyor annem. "Gelsene bir." dedikten sonra önüme geçiyor.

Mutfağın önünden geçip benim odama açılan koridorda yürüyoruz. Duvarlar yıllardır sır sakladıkları anları sadistçe fısıldıyor kulaklarıma.

"Anneee!"

Bir yardım çağrısından çok daha fazlası bu çığlık. Bir isyan, bir yakarış, bir kırılma noktası...

Kalbim lav pompalıyormuş gibi, beynim vücuduma kaçmam için yalvarıyormuş gibi, hayatım buna bağlıymış gibi odama koşuyorum.

Annem duvarların fısıltılarına sağır bir rahatlıkla atıyor bir ayağını diğerinin önüne.

Benimse midemi bulandırıyor tüm bu sırlar.

Ekşimiş bir suratla odama girdiğimde bir an yanlış yere geldiğimi sanıyorum. Odam tanıyamayacağım kadar farklılaşmış, benim dokunuşlarım kumsaldaki ayak izleri gibi silinmiş çoktan.

Sadece kâbuslarımdan miras çığlıklarım asılı kalmış havada toz tanesi gibi.

Güm...

Ellerimi titreye titreye kilitten çekerken biraz önce panikle çevirdiğim paslanmış demir anahtar yere düşüyor sarsıntının etkisiyle.

Kalbim kulaklarımda atıyor sanki. O yüzden kapıya tekrar mı vuruluyor, emin değilim, kulaklarım hâlihazırda zonkluyor zaten.

Güm... Kapı yerinden oynuyor tekrar. Üzerine astığım renkli yılbaşı süsleri yerle buluşuyor.

Genellikle dolabımla duvarın arasına dayadığım şemsiyeyi sakar parmaklarımla kavrayıp sopa misali tutuyorum. Güçlü bir görüntü sergilesem de dikkatle bakarsanız; kesik kesik nefeslerimdeki çaresizliği koklayabilir, titreyen bacaklarımda korkunun oynattığı kukla iplerini görebilirsiniz.

Güm... Kapı yerinden oynayınca kenarından toz yağıyor üstüme.

Daha sıkı kavrıyorum şemsiyemi. Yalvarış niyetine avuçlarını gökyüzüne açarmış gibi bir muhtaçlıkla bakışlarımı kısa bir süreliğine diğer apartmanın ışığı kapalı penceresine çeviriyorum.

Kuruluş yemeği, geliyor aklıma. Evde değil.

Güm...

Hayal kırıklığı o kadar şiddetle patlıyor ki içimde, yanaklarımın ıslandığını hissediyorum.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now