14. Bölüm "Hüznün Gecesi"

2.7K 263 38
                                    

Bazen hayat öyle afallatan bir hızla manevra yapar ki, değişim depreminin enkazından çıkabildiğinde eski hayatının en bayağı izlerine muhtaç olur insan. Maziden bir ağacın gölgesinde serinler korkuyla yanan yüreği, sırtını dayadığı nostaljinin yamacında geçmişinden bir kuş tüyü gibi süzüle süzüle düşen her anıyı saklar, hint kumaşı kelimelerine sarmalar, kurutup kitabının arasına koyar. Ara ara umudun renkleriyle boyanmış gökyüzüne kaldırır kurumaya yüz tutmuş, kırılgan ve rengi solmuş anılarını; bir zamanlar içinde hayatın aktığı ince damarları görmeye çalışır. 

Günün assolisti olarak güneşin altın huzmelerinin sunduğu, ofisin duvar boyu camlarındaki renk oyunlarını izliyorum yorgunluk vücudumun her bir zerresine izini bırakırken. Ağrıyan ayaklarıma tutunmak istiyormuşçasına bir ışık demetinin dalgalanan parmaklarının bana uzandığını görüyorum. Arkamda, başını beklediğim fotokopi makinesinin vızıldayışı, sıkıcı bir beyaza boyanmış ruhsuz duvarda asılı duran ve ortalığı lüzumsuz yere geren saatin tok seslerine karışıyor.

Katta mesaiye kalan tek kişi olduğum için huysuz olduğum kadar özgür de davranıyorum. Sabahtan beri yatıştırmaya çalıştığım merak duygusu yalnızlığın kışkırtmasıyla özgür kalınca, manipülatör ellerine esir düşüyorum, çantamdan ultrason fotoğrafını çıkarıp tıpkı narin bir sonbahar yaprağını kırmamaya özen gösterircesine bir itinayla gözlerimin ufuk çizgisine kaldırıyorum. O küçük bebek figürü, o minicik boyutuyla ruhumu katman katman soymayı başarıp kalbimin en derinine imzasını atmayı beceriyor, yüzüme huzur dolu bir gülümseme damgalanıyor usulca. Bugün duydukları için en samimi dokunuşlarla özür diliyorum ondan. Hastanedeki muayenemin son dakikalarında doktor tansiyonumu ölçerken kürtaj için yasal sınırın eşiğinde olduğumu bilgilendirmek için söylediğinde, birkaç gün önceki çaresizliğimin pişmanlığı sarmıştı bedenimi. Ama anneliğin farkına daha çok yeni varıyorum, her bir soluğumda bebeğimin varlığı sorumluluğumu öğretiyor bana. Damarlarımı yakan, beni kendime getiren bir bilinçle değişimi kabullenmeyi deniyorum cesurca. Bebeğin getirebileceği umutların hayali bile o kadar sıkı sarıyor ki beni, parçalarım belki tekrar birleşebilir diye heyecana kapılıyorum.

Fotokopi makinesi, kopyalamayı bitirdiğini öterek haber verince değerli fotoğrafı tekrar yerine koyuyorum. Yarınki toplantı için hazırladığım program raporlarının çıktısını da proje yöneticisine vermek üzere makineden alıyorum, titizliğimden ödün vermeden teker teker dosyaya yerleştiriyorum. Düşünceler, beni yıprattığından ötürü tüm dikkatimi işime yoğunlaştırmayı sevdiğimden işlerim tahmin ettiğimden çok daha çabuk bitmeye başlamıştı son günlerde. Gökyüzüne gecenin karası bulaşmadan ofisten çıkmak için hazırlanmaya başlıyorum.

Asansöre doğru ilerlerken proje yöneticimiz olan Ümit Bey'in odasından sızan ince ışığı ve kendinden emin ama mülayim sesini yakalıyorum. Biraz önce hazırladığım dosyayı ona teslim etmem gerektiği için, çantamda eve götürmektense erkenden hedefine varmasının en iyisi olacağına karar verip odasına doğru yöneliyorum. Her bir adımımda boğuk sesler, anlamlı hecelere bürünüyor; mana kazanıp sözlere evriliyor. Geçebileceğim kadar aralık olan kapıdan telefonda konuştuğunu görüyorum.

"Tamam, meleğim benim, babanın şimdi işi var ama. Eve gelince oynarız, söz."

İşteki her konudaki profesyonel tutumuyla kendisine hayran bırakan Ümit Bey'in bu yönünü görmek ister istemez gülümsetiyor beni. Sadece dosyayı masasına bırakıp çıkacağım için daha fazla kapısında ürkütücü bir hayalet gibi beklemek istemiyorum, yavaşça kapısına tıklatıp içeri giriyorum.

Bilgisayar ekranına bakmaktan kızarmış ve yorgunluğun koyu gölgesi kirpiklerinin hemen altına yerleşmiş bir çift göz bana dönüyor. Kulağında hâlâ telefon, benim bile aradaki mesafeye rağmen duyabildiğim heyecanla bir şeyler anlatan tiz bir sesi dinliyor büyük bir sabırla. Saygılı bir gülümsemeyle hızla elimdeki dosyayı uzatıyorum. Arkamı dönüp gitmeden hemen önce durmamı işaret ediyor eliyle Ümit Bey. Bana hitap edeceğini düşündüğüm anda tekrar masasında duran ailesinin fotoğrafına dönüyor bakışları.

"Elif'ciğim, kızım, annene verir misin telefonu şimdi?"

İnce ses duruluyor birden.

Ümit Bey, kendi kendine gülerek derin bir nefes alıyor.

Bense şu topuklu ayakkabılarını aldığım güne lanet ediyorum ayakta beklerken.

"Beril, hayatım; mesajını şimdi gördüm. Toplantı için hazırlanıyordum."

Hattın diğer ucundaki ses karşılık veriyor.

"Hayır, iş daha bitmedi; ama ben bittim. Birazdan çıkıyorum ofisten. İstediğin bir şey var mı?"

Hayatın anlamına dair bir sürü felsefi yaklaşım vardır ya... Derinlemesine, en ince detayları sorgularcasına, karmaşıklıklarda boğulurcasına...

Hepsinin üstünü çiziyorum tam o anda. Basit bakmanın, en güzel ve vefakâr pencere olduğuna karar veriyorum. Satır aralarındaki gizli anlamı deşifre edebilmek için eskitinceye dek yoruyor kendisini insan, asıl parolayı göremez oluyor.

"Görüşürüz hayatım." diyerek sonlandırıyor Ümit Bey, aklımı soylu düşüncelere bulayan telefon konuşmasını. Gözlerini bana kaldırdıktan sonra, masasının önündeki geniş koltuklardan birini işaret ediyor oturmam için. Neden benimle konuşmak istediğini sorgulayamayacak kadar ayaklarım ağrıyor, o yüzden hemen oturuyorum.

"Eylül Hanım, teşekkür ederim raporlar için." diyor hazırladığım dosyaya hızlıca göz attıktan sonra. "Titizliğinize hayranım."

Övgüsü, onurumu okşayınca nazikçe teşekkür edip gülümsüyorum.

Ümit Bey de profesyonelliğinden taviz vermeyip aynı gülümsemeyi bitap bakışlarında yansıtıyor çetin bir iş gününün ardından. Sonra verdiğim dosyayı kapatıp sadede geliyor.

"Eylül Hanım, bugün insan kaynaklarından bir arkadaşımla konuşuyordum da; sizin hakkınızda bir duyum aldım. Buradaki işi bırakacağınızı söyledi bana. Yanlış anlamayın lütfen, sadece bu şirket ile ilgili bir sorununuz olup olmadığını merak ettim."

Cümleleri birbirine ekledikçe merakım diniyor, Ümit Bey'e hiç fırsat bulamamıştım söylemek için. Ben Almanya kararını aldığımda o izindeydi, döndüğündeyse ben kendimi Bora'nın anılarından kurtarmak için olabildiğince çalışmaya vermiştim. Mola verdiğim hayatıma orta yerden devam edince böyle kopukluklara uyum sağlamaya alışıyorum gitgide.

"Hayır, hayır." diyorum hemen. "Buradaki işimden gayet memnunum, Ümit Bey. Burayı bırakmamın sebebi, şirketle veya şirketteki herhangi biriyle alakalı değil."

Çok daha derinlerde...


Not: Biliyorum yine kısa. Haziran sonuna kadar beni mazur görün, sonra telafi edeceğim. Gerçekten. Cidden. İddiaya girebiliriz. ;)

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now