Final Bölüm: "Zerdaliler - Giriş"

2.9K 261 82
                                    

ÖNEMLİ NOT: Hikâyenin sonu değildir! Efsanevi halihazırda altmış bin kelimeyi geçti, bunu bir kitap sayfasına dökersem (final bölümü bile hariç) 450'yi geçen sayfa sayısına tekabül ediyor. O yüzden en uygun yerden kesip kitaplaşma hayalim için çalışmalara başlamam gerekiyordu. Final bölümünün tamamını yayınladıktan sonra "Mucizevi" başlığı altından devam edeceğiz, tekrar hatırlatmış olalım... Mucizevi'de, Bora ve Eylül'ün kendi bakış açılarıyla ve bazı geçmiş bölümlerin anlatıldığı özel kısımlarda başka bir bakış açısı daha kullanarak ilerleyeceğim. Haydi hayırlısı, deyip sizi bölümle baş başa bırakıyorum.

                  

EFSANEVİ – Final Bölüm "Zerdaliler"

Giriş

Kandım gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz, o sessiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

-Ezginin Günlüğü

Psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, 1969 yılında yayımladığı "Ölüm ve Ölmek Üzerine" adlı kitabında, üzüntünün beş aşamalı olmasından ve ilkinin de inkâr olduğundan bahseder.

            Bizzat tecrübe ederek bunu doğrulamış oluyorum; çünkü bu zalim gerçeği kabullenebilmek, asla mümkün değil. Bir refleks hızında ortaya çıkan güçlü bir inkâr, kalkan misali sarıp sarmalıyor benliğimin her bir köşesini; yoksa sağ çıkamayacağımı şuurumun derinliklerinde biliyorum. Bu yüzden yalnızca susuyorum.

Yunus Abi, bir cevap beklemiyor. Muazzam bir kaybın dehşet verici acısından payıma düşeni, kendi sessizliğiyle önüme sunuyor sadece. Bu müşterek kederi susarak yaşadığımı farz ediyor. Saniyeler aramızdaki sessizliğe kan gibi damlayarak geçerken, asıl benim kelimelerimin can damarını kestiğini bilmiyor.

Önce hangisi oluyor, bilmiyorum; ya o görevini tamamladığını düşünüp çağrıyı sonlandırıyor ya da ben telefonumu elimden düşürüyorum.     

            Fırtına öncesi sessizlik gibi... Kulak zarlarımdan beynimin duvarlarına, bir deprem misali derinden sızan bir sessizlik dalgası çınlıyor. Üzüntü, beni alabora etmeden önce yalnızca takatsiz bir soluk uzunluğunda sürüyor bu duraklama anı. Keder neşter kadar keskin ama körelmiş bir bıçak kadar hain ve acı veren bir surete bürünür bürünmez, sessiz çığlıklarımla sağır olmaya terk ediyor beni. Zaman kaybetmeden ruhumun en derinine ulaşıyor sinsice. Anılarımla defalarca sararak koruduğum o en hassas parçalarımdan birini -benden aldıkları yetmiyormuş gibi- kıvrandırarak, kanatarak, acıtarak söküveriyor. Benden tek çaldığı o değil, yetinmiyor; göğsümden soluklarımı, dilimden kelimelerimi merhametsiz kancasına takıp koparıyor.  

            Bilincimin belini büküyor, ruhumu önünde diz çöktürüyor.

            İnkârım bile bu zulme dayanamıyor daha fazla ve üzüntünün ikinci aşamasına, kızgınlığa, evriliyor; acıyla yoğrularak istenen kıvama ulaşıyorum.

            Toplantı salonundan nihayet çıktığımda, herkes normalde olduğu gibi işine bakıyor. Hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Bu hadsizliği kaldıramıyorum, acıma saygı göstermeyen ne terbiyesiz saniyelere tahammül edebiliyorum ne de empati yoksunu insanlara... İçimde kıyamet gibi kopan fırtınayı görmeyen kör, insafsız dünyaya lanet ediyorum.

            Bilincimin, algılarımın ve zehirli anıların üstüne kalın bir perdeyi çekiyor, karnımdaki oğlum için direnmeye, acının tehditkâr ellerine teslim olmamaya çabalıyorum. Duygular altından kalkamayacağım kadar ağır geliyor zira; robot özentisi hareketlerle ve basit komutlarla hayatta kalmaya çalışıyorum. İstanbul'a bir an evvel dönmeyi koro halinde bağırıyor tüm düşüncelerim.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now