26. Bölüm "Müebbet"

2.4K 239 52
                                    




                  

Aşkın mevsimi yok, çık, gel;
Dün ne olduysa unut, gel;
Leyla hep aynı Leyla,
Mecnun hep aynı Mecnun, gel...

-Bora Duran

Üç ay öncesi, İstanbul

Bir-ki-üç, bir-ki-üç, bir-ki-üç...

Baş döndürücü bir valsın teatralliğiyle başlıyor, hayır, bitiyor her şey.

Korkularımla titreyen, iç içe girmiş kirpiklerim salına salına aralanıyor; kıvrandıran kâbuslarla can çekiştiren gerçekler arasında tereddüt eden bilincim, son savunma olarak kafa karışıklığını kalkan niyetine kullanıyor; tüm duyularım, bu insafsız ayrılığa uyandığım bu geceyi unutulmaz kılabilmek için bana ihanet ediyor.

Kör olasıca gözlerim, bu çılgın valsta ilk adımlarını atıyor.

Yatağın Bora tarafındaki boşluktan, göz kamaştıran ay ışığının davetsizce süzüldüğü pencereye, pencereden saatler önceki büyük tartışmamızda sinirle çarptığım kapıya dönüyor.

Sağır kalasıca kulaklarım, ardında kuytu dehlizler uzanırcasına gizemli duran kapıdan sızan müzikal sessizliği dinliyor. Ruhuma saatler önce kene gibi yapışan sözcükler mütemadiyen kulaklarımda yankılanarak, uykuyu üzerine örttüğüm kalp kırıklıklarını kanırtıyor.

Bu odada onun yokluğu alışılmadık, dokunuşundan uzakken aldığım nefesler rahatsız edecek kadar soğuk; birbirimize küs iken daldığım her rüya, kâbusa dönmeye yeminli... Saatin masum tik takları bile bir yalnızlık lanetinin uğursuz hecelerinden farksız...

Şu hercai gece gibi karanlığa gömülen ruhumda, bir ay ışığına ihtiyacım var. Bir barışa... Yıldızları gökyüzünde değil, onun göz bebeklerinde izlemeye hasret benim gönlüm. Otoriter ihtiyacın suskun gururu bastırdığı, düşünceleri kısırlaştırdığı şu zamanda ne söylendiğinin pek bir önemi yok. Uğruna savaşmaya dahi değen bir barış bekliyorsa tabi... 

Yataktan daha ayağımı uzatmadan koridordaki adımları duyuyorum. Bir hareketliliğin habercisi olan bu ses, heyecanlandırmaktansa sadece tedirgin ediyor. Çok değil, iki soluk sonra kalbimin delice atışlarının sebebini anlıyorum. Depremi önceden hisseden karıncaların yuvalarını terk etmesi gibi, benim huzursuz kalbim de bu büyük felaketten kaçıp kurtulmanın peşindeymiş...

Koridorda yaktığı ışık, yatak odasına sızıyor kapının altından. Işıkla beraber onun kelimeleri de konuk oluyor.

Fısıldadığını işitiyorum.

"Burada daha fazla kalamam." diyor ve bekliyor.

"Bitsin artık bu."

Ben duyduklarımın doğruluğunu sorgularken o noktayı koyuyor, bakın, adımları çoktan hoşça kal söylüyor. Geleceğin tüm umudunu da beraberinde alıp, yıldızların ışıklarını söndürüp, kemanının melodisini de peşinden sürükleyerek,

Gidiyor.

Bir cinayet işleniyor; ama kimse fark etmiyor.

Bir sözcüğün anlamını da katlediyor giderken.

"Efsanevi" kelimesinin ruhu ayrılıyor harflerden.

Tutulamayan sözlerin mezar taşına yakışır artık bu kelime,

"Sümer" ile birlikte...

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now