24. Bölüm "Göksu"

2.3K 258 45
                                    

                  

10 Eylül sabahı, İstanbul...

Yıllar önceki minik bir tebessümü, zamana meydan okuyabilecek kadar uzun tesirliymiş. Bastırılarak yazılan kelimelerin sayfanın sırtında bıraktığı kabartılar gibi, merhametsizce göz kapaklarımın ardına damgalanmış... Göz kapaklarımda dolaştırsam parmak uçlarımı, neredeyse dudaklarının kadifelerini hissedeceğim.

Bu mücadeleden, Bora'nın mı yoksa zamanın mı galip geleceği meçhul; benim tek yapmam gereken, geçmişimin tüm anılarını buruk bir tebessüme doldurup ilerlemek... Tıpkı Kenan Kaptan'ın yaptığı gibi... Ömür boyu kölesi yapan acıları köle kılmayı başarabilmiş faziletli bir eren o, kanatları altına aldığı her toy ruhun acısını dindirebilen, metanetiyle herkese rehberlik eden. Bu sırra vâkıf olunca yaşamın asıl öğretisini nihayet anlayacakmışım, benimseyecekmişim gibi geliyor.

            "Kızım benim, hoş geldin." diyor Kenan Kaptan bulutlu bir gülümsemeyle; koyu gözlerinin etrafındaki yaş halkaları gibi çizgiler, ayrılığın hüznüyle ağırlaşan bakışlarını taşıyamıyormuşçasına bugün daha bir derin, daha bir yorgun...

"Merhaba, Kaptan." diyorum sabahtan beri gizli gizli sızlayan kalbim rahatlarken. Kenan Kaptan'ın yanında her şey biraz daha sakin, arsız dalgalardan bıkan gemileri bağrına basan bir liman gibi emniyetli, sakin bir koyun dinginliğinde...

            "Zamanın var mı?" diye soruyor önce. "Hemen gidecek misin yoksa?" Ceketinin cebinden dükkânın anahtarlığını çıkarırken Cem'in arabasına bakıyor.

"Belki bir yirmi dakika, yarım saatim var, Kaptan. Cem, üniversiteden arkadaşım, sağ olsun, o bırakacak beni."

Kafasını sallarken devam ediyor.

            "Tamam, o zaman dükkâna geçelim de, üşüme, hava soğuk."

            Kepenkteki kilidin anahtarını, yılların alışılagelmişliğiyle bir çırpıda bulup artık paslanmış kilide sokmak açmak için eğiliyor. O sırada eklemlerine bir güzel söyleniyor, tekrar sıkıntıyla doğrulup kepengi kaldırmak için hazırlanırken yardıma yelteniyorum; ama beni engelliyor. Zorlandığını gördüğüm için aldırış etmeyip tekrar teşebbüs ettiğimdeyse gerçekten kızıyor.

            "Kızım, dursana sen! Ağırdır bu." diyor zorlandığının göstergesi kesik nefesleriyle. "Kendine dikkat edeceksin sen artık."

            Gürültüyle yükselen kepengi hallettiğinde işin zor kısmı bitmiş gibi derin bir nefes veriyor. Marketin kapısını açıyor, açılan kapının hemen ardındaki birkaç şeyi dışarı çıkarıyor, "Buyur, bakalım." deyip içeriye davet ediyor.

            "Nasılsın kızım?" diye soruyor arkamdan beni takip ederken. Tezgâhın hemen yanında duran tabureleri işaret edip oturtuyor.

            "İyiyim, Kaptan, sen nasılsın?" diye yanıtlıyorum. Dükkânı güne hazırlamak için yapılacak birkaç işi olsa da, geçip karşımdaki tabureye oturuyor. Kapıda asılı olan "Kapalı" yazısını "Açık" a bile çevirmemişti henüz.

            "Yaşlılık işte," diyerek geçiştiriyor sorumu, çenesiyle karnımı işaret ediyor sonra. "Sen bebekten haber ver, her şey yolunda mı?"

            "Evet, evet, şu ana kadar kontrollerde bir problem gözükmedi."

            "Oh, çok şükür," diyor. "Sağlıklı olsun da..."

            Kafamı sallıyorum, kendimden çok onun yaşamı için savaşıyorum çünkü.

            "Almanya için bir eksiğin var mı, kızım?" diye soruyor sonra büyük bir ciddiyetle. Gitme kararını aldığımdan beri tüm görüşmelerimizde, eninde sonunda bu soruyu farklı biçimlerde karşıma getiriyor Kenan Kaptan, minnettar olduğum endişesi bir türlü ikna etmiyor değişmeyen cevabıma.

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin