19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Giriş"

2.4K 252 60
                                    

İstanbul... Günümüz... (29 Ağustos)

    Eğer bir kızım olursa, ona öğreteceğim ilk şey kendini sevmesi olacak.

    Kendini öyle bir sevecek ki, zaman ebruli ve parlak mevsimlerin ihtişamıyla gözlerimizi boyarken arka planda Aşk'ı arayıp bulduğunda bu apansız karşılaşma onu afallatamayacak. Hiç çekinmeden, iliklerine dek cömertçe sevecek, sevdiği kadar kabullenecek, kabulleneceği kadar bağışlayacak... Aşk, onu sevmeyi ondan öğrenecek.

    Avucunun içine gökyüzünden ödünç aldığım yıldızları çizeceğim daha minicikken. Ona geceleyin mürekkep rengi gökyüzünde asılı olan süt yıldızların, onun gerçekleştirmesi için sabırsızca bekleyen hayallerinin parıltıları olduklarını söyleyeceğim. Her birini gerçekleştirdiğinde, mutlu bir yıldızın kaydığını masal olarak anlatacağım. Çünkü herkes gibi hata yapacak ve sırası geldiğinde hayat ringde onu yere düşüp nakavt tehlikesiyle burun buruna gelecek. Mücadele edecek, ayağa kalkacak ve gerekirse bir darbeyi daha eski bir dost gibi karşılayacak. Hayat onu yıprattığında belki nefes almaktan yorulacak. İşte o zaman ona yıldızlara bakmasını nasihat edeceğim. Yolunu kaybederse, azıcık bile kaybolmuş hissederse, hayallerinin ışığına doğru gitmesi gerektiğini bilecek. Hayallerini avucunun içi gibi bilecek benim kızım.

    Annesi için en kıymetlisi olduğunu bilecek. Yalnızlığın ürpertici sokaklarında bir an olsun dolaşmayacak, her nefesle kat kat büyüyen sevgimi tavında dövüp demir gibi sapasağlam bir özgüven inşa edeceğim ben kızıma. Bir kendini bilmez çıkıp örseleyemeyecek onun pırlanta gibi ruhunu. Cüret bile ederse annesinin o densizi infilak edeceğini bilecek. Her zaman, her yerde, her koşulda, istisnasız, annesinin tüm kalbini ona adadığından katiyen şüphe duymayacak.

Annesinin yaptığı büyük hatayı yapmasına engel olmaya çalışacağım ki pişmanlık yüreğinde kabarıp iz bırakmasın. Ne bir aptalı öpecek benim kızım, ne de bir öpücüğün onu aptallaştırmasına izin verecek...

    Metrodaki talihsiz görüşmenin üzerinden günler geçse bile, gururumun cam kırıklarından farkı yok. Yutmaya çalıştıkça, unutmayı denedikçe daha da kanıyor içim. Sevdam, ruhumun kanında boğulurken el sallıyor bana. Kurtarmam için çırpınıyor veya elveda diyor. Her hâlükârda boğulmaya terk ediyorum.

    İçinde bulunduğumuz taksinin camında kıpır kıpır oynaşan yağmur damlalarını izliyorum. Sağanak yağmura teslim olan ıslak şehirde yılan gibi kıvrılıp giden trafiğe hapsolmuşken en etkili dikkat dağıtıcı onlar: Senfonik, melankolik ve hipnotik...

    "Eylül Hanım." diyerek sesleniyor hemen yanımda oturan Ümit Bey. Aylardır üzerinde harıl harıl çalıştığımız projenin son ayağındayız, anlaştığımız SciTeck ile ortaklaşa hazırladığımız programın ilk denemeleriyle uğraşıyoruz. Toplantıların ardı arkası kesilmezken arka planda Almanya için son hazırlıklarımı yapıyorum. Buradaki şirkette son beş günüm...

    "Dalmışsınız." diyor Ümit Bey asıl diyeceğine gelmeden önce, sonra devam ediyor. "SciTeck'in bize bahsettiği hatalı kodla alakalı bir gelişme var mı?"

    Esnemekten çeneme ağrılar giren, yorucu iki geceyi asılsız bir iftira uğruna feda ettiğimi düşündükçe birden parlamamaya çalışarak cevaplıyorum.

    "Hatalı kod var mı diye en baştan defalarca inceledim, Ümit Bey. Sizi temin ederim ki, sorun bizim yazdığımız kodda değil. SciTeck'in mühendisi her kimse bence kurulumunu tam yapamadı. Vardığımızda yüz yüze konuşacak, nasıl kullanılması gerektiğini bizzat öğreteceğim."

     "Güzel..." diye mırıldandıktan sonra kabullenip tekrar kendi camına dönüyor Ümit Bey.

    Yağmuru izlerken yolculuk bitiyor, SciTeck ve iki küçük şirketi de içinde barındıran camlarla kaplı, buram buram hırs kokan büyük ve gösterişli plazanın önünde duruyoruz.

    Bora'nın aylarca işe geldiği yer burası...

    Bizi son kavgamıza sürükleyen adımları bu plazaya girerken atmıştım ben.

    Ümit Bey, telefonu kulağında ilerlerken arkasından ördek yavrusu gibi takip ediyorum.

    Bilgisayar çantamın sapını sıkıca kavrarken bakışlarımı adımlarımda tutmaya özen gösteriyorum çünkü aylar önce burada çıkardığım rezillikten biri beni tanırsa, Ümit Bey'i zor durumda bırakacağımdan çekiniyorum. Algımı çevreye o denli kapatıyorum ki, beş gün sonra "eski"yecek patronum tekrar sesleniyor bana.

    "Son toplantınız, Eylül Hanım." diyor telefonunu kapatırken.

    Kafamı sallarken tedirgin olduğu kadar çarpık bir gülümseyiş doğuyor yüzümde. Sözünü sürdürecekken asansörlerin önünde telefonu çalınca yarım kalıyor.

    "SciTeck'teyim şimdi, toplantı sonrası arayacağım tekrar seni."

    Eşi muhtemelen şans diliyor olmalı ki Ümit Bey devam ediyor:

    "Şansa ihtiyacımız kalmasın diye çok çalıştık; ama yine de teşekkür ederim, hayatım."

    Sıradanlaşan bir sözcüğün melodisinde coşkun bir sevgi nehrini duyabiliyor ve bir babanın kendisini ailesine adayışını görebiliyorum.

    "Elif ne yapıyor?" diye soruyor.

    Karşı tarafın cevabını duyduktan sonra sesinin çatlamasından kalbinin kırıldığını anlıyorum.

    "Yine mi o Yiğit veleti orada?"

    Güldükten sonra eşiyle vedalaşıp telefonunu kapatıyor, ceketinin iç cebine sokarken bana dönüyor tekrar.

    "Eylül Hanım, daha gençsiniz; ama bir gün anne olmaya karar verirseniz, size bir ağabey tavsiyesi; çocuğunuzun sandığınızdan daha çabuk büyüdüğünü aklınızdan çıkarmayın."

    Elimi karnıma götürmekten son anda durduruyorum kendimi.

    "Kızınız kaç yaşında?" diye soruyorum merakla.

    "Karşıma kendince ilk erkek arkadaşını kadar büyümüş bizim cimcime." diyor gülerek. "Sekiz yaşında."

    "Allah bağışlasın." derken ben de gülümsüyorum.

    Teşekkür ettikten sonra mırıldanıyor.

    "Ah, o Yiğit'e dikkat etmem gerektiğini biliyordum. Komşunun küçük, kıvırcık, sarışın oğlu diye severken tavlamış benim kızımı."


NOT: Bazen durup bir dinlenmek, sadece birkaç derin nefes almak, neyi neden ve kimin için yaptığını tekrar hatırlamak gerekmiş. O da en güzel, eline zamana meydan okumuş bir kitabı alıp interneti kapatıp kendi varlığını unutana kadar okumakla olurmuş. Mesaj yazma nezaketinde bulunan değerli kişilere çok teşekkür ederim tekrar.

Efsanevi'ye bundan sonra sık sık bölüm eklemeye özen göstereceğim. "Az ve sık" demiştik.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now