17. Bölüm "Aldanırım - Part 2"

2.4K 237 27
                                    

Azmin ve iyi niyetin kutsallığıyla yücelttiği değil, çıkarların ve hırsların kanlı parmaklarının lekelediği; hayallerin birleştirdiği değil, ideolojilerin birbirimizden ayırdığı; tevazunun başrol oynadığı değil, kibrin tüm sahneyi bencilcesine kapladığı bir günün sonunda daha;

Esneyişinin binalar arasında yankılandığı rüzgâr uykuya dalıyor.

Kuşlar, ebruli rüyalarında bir daldan diğerine sekiyor.

Yıldızlar bu gece kendilerine bakılarak hangi dileklerin dilendiğinin dedikodusunu yaparken ay, bekçi ışığını denizlere ve sonunda cevap aranan kafası karışık sokaklara tutuyor.

Ve ben, bu mükemmel noktürn eşliğinde, sualtında nefes alabildiğimi görüyorum rüyamda.

Tüm habis düşüncelerin ve kirli duyguların iğrenç bir yağ gibi yüzeyde kaldığı bilinçaltımın denizinde şekiller, renkler ve suretler balık misali yüzüyorlar. Bak, diyerek gün içinde hep unuttuğum tek gerçeği hatırlatıyor bana. Su eritip çözer tüm farklılıkları, sualtında herkesin sesi aynıdır.

Algı süzgecime kesik kesik damlayan sesler, tatlı uykumda gıdıklıyor beni. Bilinçaltımın daha derinliklerine dalmak istesem de uğursuz bir ritimle farkındalığın kıyılarına vuruyorum.

"Bence gitsen iyi olacak." diyor annem sinirle.

"Ne oldu, korktun mu?"

Ne tonunu ne tınısını ne de ait olduğu kişiyi tasvip ettiğim ses yanıtlıyor onu.

"Mehmet," diyor annem. "Bana el kaldırdın sen. Gitsen iyi olacak."

"Kimin evinden kimi kovuyorsun? Buranın kirasını ödeyen kim?"

Hecelerine bulaşan sinir, kelimelerin doğasındaki nezaketi çürütüyor; kulağımdan beynime seyirleri boyunca her bir harf tırnak izini bırakıyor. Şimdiye çoktan unuttuğum rüyamın sıcaklığını sabahlık gibi üzerime geçirdikten sonra yatağımdan kalkıp savaşın ortasına atıyorum kendimi. Dairemizin kapısının önünde iri kıyım bir zebani kırması, karşısında hem maddeten hem manen ezdiği annemi kolundan tutmuş, sarsıyor.

"Söylesene, Seher! Kim ödüyor?"

Canını acıtmış olmalı ki cevabı pes edercesine söylerken yüzünü buruşturuyor annem.

"Sen."

"Öyle ya. Ben... Ne zannettin, he?" diye homurdanıyor. "Öyle kolay kullanabileceğini mi sandın? Senin ve veledinin tüm kahrını ben çekmiyor muyum? Karşılığında ne? Haftalardır oyalıyorsun. Salak mı sandın sen beni, kadın!"

Salondan koridora düşen ışığın yordamıyla, korkunun annemin bakışlarına kök saldığını görebiliyorum. Tüm bu manzara karşısında ister istemez ben de etkileniyorum, anlayamamanın da üzerine eklendiği bir korku, asit yağmuru gibi kavuruyor zihnimin topraklarını, duruma el koyabilecek işe yarar tek bir düşünce yeşermiyor.
Önündeki vahşi yırtıcının pençeleri bileklerini kelepçelemişken en azından bakışlarını kaçırıp özgür kalabiliyor annem. Duvarlardan medet umarken benimle göz göze geliyor.

"Eylül!" diye seslenirken korku ve sevincin karışan kokusunu duyuyorum. Sihirli kelimeyi söylemiş gibi azat oluyor.

Mehmet alamadığı cevabın sinirini hazmetmeye çalışırken gözlerini kapatarak arkasını dönüyor.

"Sen niye ayaktasın, bak, saat gecenin kaçı oldu!" diyor annem telaşla bana doğru ilerlerken. Beni uzaklaştırabilmek için omzuma uzanıyor hâlâ sarsılan elleri.

"Sesinize uyandım." derken gözlerimi Mehmet'ten ayırmıyorum. Güneşte büyüteçle yaktığım onca şeyden esinlenerek delici bakışlarımı sırtından çekmezsem belki canını yakabilirim, diye düşünüyorum.

Efsanevi (Efsanevi #1)Where stories live. Discover now