tape 13 : my first and last goodbye

1K 203 202
                                    

22 Aralık | 22:03 - Tepe
Olaydan 1 ay sonra.

Elimde Walkman ile tepeye çıktığımda hava kararıyordu. Bulutlar hazırda bekliyordu. Bugün kar yağacaktı. Banka oturdum. Üzerimdeki monta sarılırken çıplak olan her bir noktam soğuktan yanıyordu.

Son kasetteydim. Artık bitsin istiyordum ama bittiğinde ne yapacağımı bilmiyordum.

Kulaklıkları başımdan geçirdim. Kalbim küt küt atıyordu. Nasıl dayanacaktım?

Renjun olayından sonra hala nasıl ayakta durabildiğimi bilmiyordum. Her şey o kadar fazla geliyordu ki artık hiçbir şeyi düşünemiyordum. Jeno'nun dedikleri aklıma geliyordu.

Ayrıca son günlerde düşündüğüm bir şey vardı. Bu konuyu çok fazla düşünmüştüm.

Yapmak istemiyordum ama her şey beni boğuyordu. Artık katlanamıyordum. En iyi arkadaşımı ve sevdiğim kızı öldürmüştüm. Eski yakın arkadaşım benden nefret ediyordu. Ailem delirdiğimi düşünüyordu.

Belki de deliriyordum.

Kırmızı başlatma tuşuna bastım.

"Hiç, her şeyin son bulmasını istediğin oldu mu?" Sesini duyduğumda yüzümü ellerime gömdüm.

"Her şeyin son bulmasına ihtiyaç duyduğun?" Sesi titredi. "Boğuluyor gibi hissettiğin?"

"Şu an Gangnam Kulesi'ne doğru gidiyorum. Saat 03:40 galiba..."

"Erkenden kalktım. Dün odamı düzgünce toparlamıştım. Kalkınca yatağımı düzelttim. Üzerime gri kazağımı, siyah pantolonumu ve siyah kabanımı geçirdim. Eğer gelirsen zaten görebileceksin."

"Ahh, heyecanlıyım. Gelirsen ve işler iyi giderse Donghyuck, planladığım şeyi yapmayacağım."

"Ama eğer bunları dinliyorsan, gelmemişsin demektir."

Gitmemiştim. Lanet olsun, gitmemiştim.

"Şu an hava soğuk. Kaldırımda yürüyorum. Geldim sayılır. Kalbim küt küt atıyor biliyor musun?"

"Umarım gelmiş olursun ve bu kasetleri dinlemiş olmazsın Donghyuck."

"Pekala, kapıdan giriyorum. Şimdi konuşamayacağım, görevliler var." Sessizleşti. Adım seslerini, nefes alış verişini, asansör kapısının sesini duydum. Bir süre bekledi. Ardından devam etti. "Şimdi asansöre bindim. İlk katta yoktun. Belki de yukarıdasındır ha? Umarım."

Banktan kalkarak tepenin kenarına gelip oturdum. Bacaklarımı yüksek uçurumdan sarkıttım.

"Tamam. Yukarıya çıktım. Hmm, görevliler burada yok." İlerlediğini duydum. İlerlemeye devam etti. "Burada da yoksun."

"4'e 10 var. Belki geliyorsundur? Bilmiyorum." Bir kapının açıldığını duydum, ardından rüzgar sesleri gelmeye başladı. "Şu an kulenin balkon kısmına çıktım. Ah, hava çok soğuk."

"Her neyse, beklemekten başka yapacak bir şeyim yok." Birkaç tıkırtı duydum. Yere oturmuştu. "Bu kasetleri dinlememeni umuyorum. Umarım gelirsin ve bunları çöpe atabilirim."

Biraz sessizlik oldu. Ellerimi montumun ceplerine koymuştum. Hava o kadar soğuktu ki rüzgar canımı yakıyordu. Gözlerim üşüdüğü için gözlerimi arada bir uzun süre kapatıyordum.

Ama eve de gitmek istemiyordum. Her yer beni daraltıyordu.

Telefonumun titrediğini hissettim. Cebimden çıkarıp ekrana baktım. Annem arıyordu.

Aramayı açmadım.

"Hava serin. Hem de çok. Güneş daha doğmadı. Gökyüzü açık maviye dönüyor ama hala ayaz."

"Dün akşam ailemle yemeğe çıktık. Onları sürekli izledim. Onları öptüm, onlara sarıldım. Fotoğraf çekindik."

"Eğer ölürsem beni son gördükleri gün iyi bir gün olacak. O yüzden içim rahat Donghyuck."

Tekrar duraksadı. Bacaklarımı uçurumdan sarkıtırken soğuk rüzgar bedenimi titretti. Uçları buz tutan parmaklarımı ceplerimden çıkartıp ovuşturdum.

Ve o sırada yüzüme bir şey düştü. Tam kirpiğime. Beyaz ve soğuk bir şey.

"Kar."

Fısıldadım. Elimi açtım ve gökyüzüne baktım.

Elime kar taneleri tek tek düşmeye başladı. Kirpiklerime, yanaklarıma, saçlarıma...

"Saat 04:10."

"Yoksun Donghyuck."

Kar taneleri yavaşça yer yüzüne düşerken soğuk bir rüzgar saçlarımı savurdu. Üşüyen gözlerimi yumarken kalbim küt küt atıyordu.

Gitmemiştim. SeoNeul boşuna beklemişti.

Telefonum tekrar titredi. Ekrana baktığımda 7 cevapsız aramayı ve 10 mesajı gördüm. İçlerinden çoğu annem ile Jeno'ydu.

Ekranı kilitleyip bıraktım.

"Gelmeyecek misin?"

Sesi kalbimi 1000 parçaya ayırdı. Hayır, gitmemiştim.

"Üzgünüm." Sesim titredi. Gözlerim yaşarıyordu. Kalbim sıkışmıştı. Dinlemek istemiyordum. Son cümlelerini duymak istemiyordum.

"Saat 04:18." Sesi titredi, hafifçe güldüğünü duydum. Ama gülüşü hüzün doluydu. "Güneş doğuyor Donghyuck."

"Gelecek olsaydın çoktan gelmiş olurdun. Bir yerlere gecikmeyi sevmezsin çünkü."

Kar taneleri üzerime dökülürken zamanda geriye gitmek istedim. Kuleye gitmek istedim.

Her şeyi geri sarmak istedim. Davranışlarımın böyle bir etkisi olacağını bilemedim.

O kadar pişmandım ki gözlerim doldu. Nefesim kesiliyordu. Elimi göğsüme koyup kazağımı titreyen ellerimle sıktım.

Umarım zaman sana hayatın boyunca yanında olmasına ihtiyaç duyacağın kişiyi, geçmişinde nasıl yok ettiğini gösterir.

Dediği şeyle saçlarımı çekiştirdim. Ağlamamak icin kendimi tutuyordum ama içimde tıpkı bir balon gibi büyüyen ve beni daraltan bir his vardı. Patlamasından korkuyordum.

"Saat 04:20."

"Seni bekledim Donghyuck. Ama gelmedin. Güneş doğana kadar soğukta oturdum."

Sesi titriyordu. Kaseti bitirecekti.

"Hayır..." Ellerimle yüzümü kapatırken çenem titredi. Göz yaşlarım göz kapaklarımdan çıkmak için uğraşıyordu.

"Biliyor musun? Burası çok yüksek."

"HAYIR!"

Bağırdım. Ayağa kalkıp uçurumun kenarında durarak bas bas bağırdım. "HAYIR! LÜTFEN!"

Boğazım acıdı. Kar taneleri akan göz yaşlarıma ve ıslak kirpiklerime konarken soğuktan titriyordum. Hıçkırıklar dudaklarımdan çıkıyordu.

"Buradan kim atlarsa atlasın ölür."

"YAPMA! LÜTFEN!" Ağlıyordum. Yumruklarımı sıkarak saçlarımı çektim. Kalbim küt küt atıyordu.

Sesinin yok olmasını istemiyordum. Ama o çoktan gitmişti.

"Elveda Donghyuck."

×××

! KİTAP DAHA BİTMEDİ !

TAPESWhere stories live. Discover now