Kahverengi

829 93 63
                                    


Şarkıyı açmayı unutmayın canlarım..💞 iyi okumalar!

İki koca gün geçmişti hayatımın karanlık çağını başlatan olayın üzerinden. Neredeyse iki günün tamamını karakolda sabahlayarak geçirmiştim. Eve gelip üstümü değiştirmeme izin vardı ama huzurlu bir uyku, vücudumun aradığı tek şey, bana çok uzaktaydı. Annem de benimle beraber karakol köşelerinde sabahlıyordu. Bazen kendimden çok ona üzülüyordum. Tek çocuğu on dokuz yaşında hiç yaşamaması gereken şeyler yaşıyor ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu. Babamın kendi yerine göndermiş olduğu avukat ise iki gündür en çok gördüğüm yüzdü. Kendisi yine nedenini bilmediğim bir şekilde yurt dışındaydı ve tek çocuğu bir katil gibi muamele görmesine rağmen dönmemişti.

"Bugün duruşamaya çıkacaksın" kır saçları ve siyah takım elbisesi ile avukatım yine karşımdaydı. Şaşırmıştım, Sandığımdan daha erkendi.

"Bu kadar erken mi?" Hala karakolun içinde, sadece ikimizin olduğu bir odadaydık. "Erensoylar durumu hızlandırıyor. Çok fazla tanıdıkları var kimse bir şey diyemiyor." Tabiki yine Erensoylar...

Gözüm karşımdaki adama takıldı, bu adamı seviyordum. Beni gerçekten önemsiyordu. Enazından ben öyle düşünmek istiyordum.

"Sence ne olacak sonuç?" Meraktan çok endişeydi bu artık. İyi bir sonuç çıkmayacağı belliydi. "Normalde olsa kaza ile yaralamadan ve senin  iddalarından dolayı belki bir ay, ya da denetimli serbestlik derdim." kafasını salladı. "Ama Erensoylar olayları çarpıtıyor. Kütüphane görevlisinin seni ona bağrırken görmesi kötü. Seni, ölüme kast etmekten yargılamak istiyorlar."

"Tabii." Dedim ellerimle şakaklarımı ovalayarak. "Kasıtlı öldürmek ha?"

"Elimden geleni yapacağım. En az ceza için uğraşacağım söz veriyorum. Baban benim çok eski bir dostumdur." Sinir bozukluğu ile gülmeye başladım. "AH! Tabiki, Gediz Tunay... Sahi nerde o? Tek kızı belki de hapise girecekken yine nelere bulaşıyor?" Avukat,  delici bakışlarını üstüme dikip sustu.

Kapının açılması ile içeriye bir memur girdi. "hazırlanın hadi gidiyoruz." Avukatım ayağa kalkmıştı. Ben de onunla beraber kalkmıştım.

"Geliyoruz." Polis birer kere daha bize göz gezdirdikten sonra odadan çıktı. "Yağmur. Beni dinle; Çalıştığımız gibi, onun seni sıkıştırdığını ve senin istemediğini belirt. Ayrıca onu ambulans gelene kadar hayatta tuttuğunu da söyle." Gözlerimi yere sabitleyip belki de onuncuya dinlediğim cümleleri kafamla onayladım.

"Ne olacaksa olsun artık." Dedim kapıya doğru ilerlerken.

Bindiğim polis arabasının kasvetli havası, bana ilk yalnızlıkla tanıştığım zamanları hatırlattı. Korkmuş, çaresiz... Kendi kendine yetmeye çalışan küçük kız çocuğunu... Yine nedenini bilmediği bir taşınma sonrası, ayak uyduramadığı ortamda kimsenin onu görmemesini hatırlattı. İçimde oluşan burukluk hissini yuttum. Yalnız değildim. Annem vardı, babamdan çok destek olan bir avukatım vardı, büyük ihtimal bunlardan yeni haberi olan ve ne yapacağını şaşırmış bir iki arkadaşım da vardı aslında. Samimi olmayı beceremesem de arada bir 'arkadaşça' şeyler yaptığım bir iki kişiydi işte. Bazen tek mutluluk sebebim olan bir köpeğim vardı...

Arabanın yavaşlaması ve içerisinin hareketlenmesi ile geldiğimizi anladım. Arabadan inen polis memuru inmem için beni kolumdan tuttu ama ona delici bakışlarımı göndermemle ellerini hemen çekti. Bu kadar polisin içinden kaçacak halim yoktu ya. Hemen arkamızda duran siyah mercedes'in içinden ise annem ile avukatım inmişti. Annemin buğulu gözleri ile benim boş bakışlarım bir an kesişti. Artık bir şey hissetmiyordum. Ya da hissedemiyordum. İçimde bir şeyler kopmuş ve artık bittiğini söylüyordu.

GÖKYÜZÜNÜN DANSIOù les histoires vivent. Découvrez maintenant