Bölüm 38

22.9K 868 22
                                    

Yüklenip yüklenmediğinden emin değilim, o yüzden buraya yazıyorum. Bölüm şarkısı Hozier & Annie Lennox: Take me to Church/ I Put a Spell on You.
Bu arada sınava giren tüm arkadaşlar, umarım güzel sonuçlar elde edersiniz, her şey dilediğinizce olsun.
İyi okumalar.

You know I love you.

I love you.

I love you anyhow..

And I don't care if you don't want me,

I'm yours right now.

- Biliyorsun, seni seviyorum.

Seviyorum işte.

Ne de olsa ben seni seviyorum.

Beni sevip sevmemen umrumda değil.

Tam şuanda ben seninim.

----------------

Kollarında uyuyup uyandığım bu adam tam olarak hangi noktada hayatıma dahil oldu anlayamadım. Bir sabah uyandım ve baktım ki orada, ona değer vermem için, hayatımı bir düzene sokmak için beni bekliyor. Ona neden izin verdim, neden ona da diğerlerine davrandığım gibi davranamadım ya da ona neden güvendim bilmiyorum. En başından beri hiçbir nedenim yoktu, o yalnızca sıradan bir yabancıydı.

Sabahın kızgın güneşi pencereden üstümüze yansırken elim çıplak göğsünde dolaşıyordu.

O bana benziyordu. Aylardır ona mızmızlanmış, şımarık bir kız gibi davranmıştım. Ancak o, tıpkı benim gibi uzun bir süre onu bırakan sevgilisine tutunmuş, onun acısıyla yaşamıştı. Tek bir farkla, nerede durması gerektiğini bulabilmişti. O, benim yaşadığım acıyı anlayabilecek belki de tek kişiydi.

Safa... O gittiğinden beri şımarık bir kız çocuğu gibi davranıyordum. Bencil, duygusuz, umursamaz. Tek derdim Safa'mı kaybetmiş oluşumdu. Beni dünyaya küstüren şey buydu, onun elimden kayıp gitmesine izin vermiş olmam.

O gitmişti ve ben buna yalnızca seyirci olmuştum, engellememiştim. İçimden mi gelmemişti yoksa buna gücüm mü yoktu? Neden yaptı? Ne hissetti? Nasıl karar verdi? Canı acıdı mı? Hayır, bunların hiçbirini düşünmemiştim.

Tek derdim kendi acımdı.

Bencilliğimde boğulmuştum.

Sonra, birden o geldi. Sürpriz yumurtadan çıkmış gibi.

Kolumdan tutup sürüklemiş, bana lezzetli krepler yapmış, elleriyle yemek yedirmiş, üstümü giydirmiş, benimle tişörtlerini paylaşmış, ninnisiyle uyutmuş, kabusumdan uyandığımda saçımı okşamış, sarılmış, öpmüş, beni hayata bağlayan fonksiyonlarımın hala yerinde olduğunu hatırlatmıştı.

Ancak garip bir şey vardı.

Yıllar boyunca girdiğim yaşamsal perhizin ardından bana yemek yedirmesinden, bana üstümü giydirmesinden, tişörtlerini giymekten, şarkısını dinlemekten, saçımı okşamasından, bana sarılmasından beni öpmesinden oldukça hoşlanmıştım.

Aslında bakacak olursak, genel olarak ondan hoşlanmıştım.

İflah olmaz muzurluğundan, güçlü duruşundan, sesinden, düşüncelerinden, saçlarından, asla kesilmeyen desteğinden, dudaklarından... Ondan kelimenin tam anlamıyla hoşlanmıştım.

Bana melek diyordu ama asıl o benim koruyucu meleğimdi.

Sanırım o benimdi.

Parmağım göğsünün tam ortasındaki çizgiden yukarı çıkarken eli havalandı ve elimi kavrayıp parmağımı dudaklarına götürdü.

BUZ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now