Bölüm 7

30K 1.3K 19
                                    

Uzakta, biraz da derinden bir ses beni çağırıyordu. Gelen ses uyanmam gerektiğini hatırlatmıştı.Kafamı yataktan kaldırdım ve etrafıma bakındım. Vural kafasını yatağın kenarına dayamış, bir eli elimde uyuyordu, büyük ihtimalle yerden kalkamayacaktı. Elini bırakmaya çalıştım ama mengene gibi sıktığı için ben elimi çekemeden o gözlerini araladı. Bir an afalladı sonra da büyük ihtimalle belinin ağrısı yüzünden yüzünü buruşturdu. O sırada Talha'nın daha gür ve net sesini duydum. '"Mısra hemen bu kapı açılmazsa polise haber vereceğim!" Birden ayakkabılarımı bile giymeden odadan dışarı fırladım. Alt kata inip hızla kapıdan çıktım. "Burdayım, burdayım sakin ol. Ölmedim, bayılmadım, yaşıyorum." Sesin geldiği yöne bakınca gözlerini bir kere kırptı. Ağzını açıp kapadı. Burnunun kemerini sıktı. "Ne işin var o evde, kıyafetlerin nerde?" Oha, yanlış anladı. Beni zorla kaçırdığını düşünür sanmıştım ama o, Vural'la birlikte olduğumu düşünmüştü. Tamam durum biraz öyle duruyor ama benden bunu beklemesi? "Dur, anlatacağım. Anahtarlarım yanında mı?" Elleri saçlarını çekti. "Ya sen gerizekalısın Mısra. Yine mi anahtarını unuttun? Neden beni aramıyorsun? Bu dallamanın evinde ne işin vardı?" diyerek, kapıdan çıplak ayaklarla, elinde ayakkabılarımla gelen Vural'ı gösterdi. Ayakkabılarımı alıp "Teşekkürler" diye fısıldadım. "Sonra görüşürüz." "Akşam, yemek." dedi ve evine girip kapıyı kapattı. Ben de onun kıyafetleriyle Talha'nın arkadasından evime girdim. Ayakkabılarımı getirdi de kıyafetlerimi neden unuttu acaba? Boşverip önce kendi odama çıktım. Duş alıp üstümü değiştirdim ve salona indim. Talha yüzü kızarmış şekilde beni bekliyordu. "Ne işin vardı o adamın evinde?" "Ne zamandır bana hesap soruyorsun?" Dünyada en çok sevdiğim insan olabilirdi. Ama bana böyle davranmaya hakkı yoktu. "Ne demek ne zamandır. Hiç tanımadığım bilmediğim bir adamın evinde geceyi nasıl geçirirsin? Ya manyak olsaydı? Ya sana zarar verseydi?" "Ama vermedi. Sakinleş. Aç mısın? Kahvaltı hazırlayayım mı? Yoksa işe gitmem gerek, hazırlanacağım. " Sinirle ayağa kalktı. "Git. İşe git. Al bunlar anahtarların, o dümbeleğe verirsin o saklar. Sonra cesedin nerden çıkar karışmam ama." dedi, anahtarları ortada duran masaya bıraktı ve kapıyı çarpıp çıktı. Pekala. İşe gidiyorum. Hazırlanmalıyım. Sabah sporum hayal olmuştu ve zaten aç değildim. Hızla üstümü giyip işe gittim. Sıkıcı dosyalarıma başlamadan önce müdürle görüşmem gerekmişti. Olası bir semirner durumunda yurt dışına çıkabilecek, yabancı dili iyi olan elemanlarla görüşüyormuş. Şansa bakın ki ilk görüştüğü kişi benmişim. Mesai arkadaşlarımla konuşmuyorduk. Daha doğrusu geçen seferki çıkışım yüzünden benden uzak duruyorlardı. Şikayetçi değildim ama bir zaman sonra kasmaya başlayacaktı. Bu duruma bir el atmalıydım ama şimdi değil. Bu durumun biraz tadını çıkarabilirdim. Öğlen arası yemek yemek için, daha önce burdakilere birlikte gittiğimiz restoranta gittim. Çantamı yanımdaki boş sandalyeye koyup menüyü incelemeye başladım. Ne yesem diye düşünürken garson gelip "Ne alırdınız?" diye sordu. Başımı kaldırmadan "Karar veremedim aslında, sizin bir tavsiyeniz var mı?" "Sabah kahvaltı yapmadan evden çıktığınızı düşünürsek, aç olmalısınız. O yüzden özel soslu spagettimizi denemenizi öneririm. Hem lezzetli hem doyurucudur." Hızla başımı kaldırıp 32 diş gülümseyen Vural'a baktım. "Senin burda ne işin var?" "Burda çalışıyorum." dedi hiç aldırmadan. "Hani dedektiftin?" Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu ve çağırdığı garsona benim adıma sipariş verdi."Dedektifliğe ilgi duyduğumu söyledim. Başka bir mesleğimin olmadığını söylemedim." "Hani çalışıyordun? Oturman patronunu pek mutlu etmez bence." "Aslında bakarsan patronum şuan senin karşında oturmamdan gayet mutlu." "Neden? Deli mi?" "Hayır. Sadece karşısında oturan kadın çok güzel. Güzel şeyler insanı mutlu eder." Anladık burası senin. "Pekala. Hoşmuş. Rica etsem beni biraz yalnız bırakır mısın peki? Meşgulsündür sen, tutmayayım seni." "Ahh Ufak ahh. yoruyorsun beni." dedi ama yine de o ukala gülüşüyle masadan kalktı. Yanımda olmasını istemiyordum. Beni huzursuz ediyordu. Evet dün gece onun yanında uyurken her şey çok güzeldi biliyorum ama beni tedirgin ediyordu. Her an peşimdeymiş gibi hissediyordum işte. Gelen yemeği hızla yiyerek hesabı istedim. Gelen defterin arasında "Çok beklersin Ufak. Hadi git. Akşam geleceğim, unutma." yazıyordu. Çok da umrumdaydı. Defterin arasına cüzdanımdaki mavi kağıtlardan birini bırakarak çıktım. Yüz ifadesini merak etsem de arkama dönmedim. İşe geri döndüğümde her şey olağandı. Akşam eve gidip yemek yaparken de öyle. O gelecek diye iki kişilik bir masa hazırlarken geldi o yabancı his ilk olarak. Midem dönüyordu. Kalbimde bir sızı, bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldıyordu sanki. Son olarak masaya şarap kadehlerini koyarken vazgeçmiştim. Zaten Talha'da sabah bir sürü kızmıştı bana. Tam masayı kaldırmaya başlıyordum ki kapı çaldı. Lanet. Geldi işte. Yavaş adımlarda kapıyı açtım. Karşımda elinde kıyafetlerimle duruyordu. Kenara çekilip geçmesi için yol açtım. Salona geldiğinde "Uyku sersemi getirmeyi unutmuşum." dedi ve kıyafetlerimi bana uzattı. Başımı sallayıp oturması için elimi koltuklara doğru uzattım ve yukarı çıkıp kıyafetleri odama bıraktım. Salona indiğimde oturur halde beni bekliyor olacağını düşünmüştüm ama o nişlere yerleştirdiğim fotoğrafları inceliyordu. Henüz bebek olduğum bir fotoğrafın önünde durmuş gülümsüyordu. Aslında kızmalıydım ama bir şey demedim. "Yemekler hazır. Hemen başlayabiliriz istersen." dedim o da başıyla onaylayıp masaya geçti. Çorba, ara sıcaklar, ana yemek ve tatlı. Hiçbirinde yüz ifadesi değişmedi. Beğenip beğenmemesini umursamıyordum ama beğenseydi güzel olurdu bence. En sonunda ağzını silip "Ellerine sağlık." dedi kuru kuru. "Afiyet olsun." dedim. "Bittiyse sen otur, ben masayı toparlayıp geliyorum." dedim ama o kendi tabağını ve ortadaki salata tabağını alıp mutfağa geçti. Neden bu rahatlık, anlatsana biraz? Ben de elime aldığım tabaklarla mutfağa gittim. "Gerçekten hiç gerek yok otur sen. Ben hallederim, uzun sürmez." dedim ama o "İşine bak sen." dedi ve bana yardım etmeye devam etti. Öyle ki bulaşıkları bile makineye koymama yardım etmişti. Sonunda salona geçip oturabildiğimizde derin birer nefes aldık karşılıklı. Sözü o aldı. "Sanırım nerden başlayacağımı bilemiyorum. Bana bir kolaylık sağlar mısın?" dedi ama değişmeyen ifademden aklındaki soruyu cevaplamayacağımı anlamıştı."Pekala, öyleyse şöyle yapalım. Sen sor, ben cevaplayayım. Bana dair istediğin her şeyi sorabilirsin. Özel veya değil. Bana anlatman için önce güvenmen gerekecek." dedi. Bana böyle bir kapı açmasını beklemiyordum. Soru sormaya meraklı biri değildim ama ona dair merak ettiklerim vardı. En basitiyle başladım. "Nerelisin? Neden İstanbul'dasın?" Evet en basiti buydu. Merak ediyordum yani ne var? Gülümsedi. "Aslen Trabzonluyum. Ailem hala orda daha doğrusu ailemden geri kalanlar. Ben üniversite için geldim sonra da geri dönmedim." "Ailenin geri kalanı?" bir nefes aldı. "Bunu sona saklayalım, olur mu?" başımı olur anlamında salladım ve diğer soruma geçtim. "Evimin hemen yanında bir ev almanın nedeni neydi?" kıkırdadı. "O açıklamaya inandığını hiç düşünmemiştim zaten. Seni gözümün önünde tutmam gerekiyordu. Dediğim gibi benden sonra peşine başka birini taktı seni takip ettiren adam her kimse. Ben de kahraman olmaya fazla meraklıyım bildiğin gibi. Ayrıca restoranta da yakın burası ve eve ihtiyacım gerçekten vardı. Teyzem artık bir evimin olması konusunda fazlaca diretti. Evin satılık olduğunu gördüğümde de fazla düşünmedim. " Mantıklı açıklama. "Beni takip etmeye ne zaman başladın peki?" "Sen buraya geldikten yaklaşık 2 hafta sonra. Tüm o turistlik gezilerinde beni kahrettin ama el mahkum sesimi çıkaramadım." İkimiz de gülümsedik. "Duvardaki o fotoğraf.. Onu nerden buldun?" aklımı en çok kurcalayan şey buydu. Safa'yla olan fotoğraflarımızı çok kişi bilmezdi. İnternet meraklısı insanlar değildik, fotoğraflarımız bize özeldi. "O adam ulaştırdı baa postayla. Sana dair en büyük ipucum olduğunu söyledi ama ben hala bir şey çıkaramadım." gülümsedim. "Gerçekten salaksın." "Öyle ya da böyle öğreneceğim ama istersen şimdi de anlatabilirsin?" "Hayır. son sorumu biliyorsun o zaman. Dinliyorum." Ağır ağır başını salladı. Masadan kadehini aldı ve bir yudum içti. "Ben çok küçüktüm. Annem babam ve ben, babamın savcı olması nedeniyle İzmir'de yaşıyorduk. Çocukken çok şehir dolaştım. İzmir'deyken babam biraz garipleşmişti. Daha çok küçüktüm ama bir gariplik olduğunu biliyordum. Annemle her gece kavga ediyorlardı. Bana çaktırmamaya çalışsalar da, bilirsin, çığlık çığlığa bağıran bir kadın uzun mesafeden de anlaşılabiliyor. Bir gece çığlıkların arasında daha keskin bir ses duydum. Ne olduğunu merak edip odamdan aşağı indim ama merdivenlerde kırmızı bir su vardı. Kanla o gün tanuştım, daha düşüp dizimi bile kanatmamıştım. Babam merdivenlerin dibinde yerde yatıyordu. Annem elinde bir silahla titriyordu. Ne olduğunu anlamamıştım ama üstteki merdiven basamağına oturup ağladım. Annem kendine gelip dayımı aradı. Dayım Aydın'da yaşıyordu o zamanlar. Akşama kadar yerimizden kıpırdamadık üçümüzde. Annem de bende ağlayıp ağlayıp susmuştuk. Sonra annem gitti. Beni de Trabzon'a teyzemin yanına götürdüler. Yeni bir hayata başlamam gerektiğini, anne ve babamın artık yanımda olmayacağını söylediler. Teyzem annemden farklı değildir benim için hatta annemden daha annedir bana. Ama o zamanlar anlamamıştım. Babamın uyuşturucuya başladığını, tüm parasını bu yolda kaybedip, annemi de her akşam ona para versin diye dövdüğünü öğrendiğimde 17 yaşındaydım. Her gece. Ben başımı yorganın altından çıkaramadığım için annem ömürlük söz verdiği adamdan dayak yemişti. Belki ben çıksaydım bana vururdu bilmiyorum.Ama bunları öğrendiğimde her şey için çok geçti. Tam 11 yıl babamı benden aldığı için annemi ziyarete gitmemiştim, ondan sonra da suçumu affettirecek bir sebep bulmadığım için gitmedim. Hala hapiste annem. Hala görmedim. En son titriyordu onu gördüğümde, aklımın bir köşesinde hala titriyor öyle. Teyzem hala görüşmemiz için ikna etmeye çalışıyor ama diretiyorum. Yıllar sonra onunla nasıl konuşacağımı bile bilmiyorum ki. " Bana anlatmasını beklediğim bir sürü senaryo vardı ama bu onlardan birisi değildi kesinlikle. Çocuk yaşıyla ne acılar çekmişti. Diyecek bir şey bulamamıştım, boş boş yüzüne bakıyordum. "Bakma bana öyle. Ben bununla yaşamayı öğrendim. Sıra sende. Sen aşmayı öğreneceksin. Sen sarılacaksın hayata." O ana kadar sıkıca sakladığım gözyaşlarım yüzümü ıslatmak için daha fazla bekleyememişti. "Yapacak gücün var biliyorum. O soğuk kadın imajını çizmek için verdiğin çabanın yarısını bile almayacak inan bana. Her neyse o yaşadığın şey, bunu aşabilirsin. İstersen ben de yanında olurum, istemezsen de olmam. Ama artık yaşamaya devam etmen gerekiyor. 10 yıldır kendini kapatıp köşene çekilmiş olman, yaşadığın şeyi yaşanmamış kılmıyor. O şey her neyse onu yaşadın ve o senin bir parçan. Safa sana ne ifade edebiliyordu az çok tahmin edebiliyorum ama artık devam etmek zorundasın. Nefes almaya bir yerden devam etmen gerekiyor." Boşalan kadehlerimizi yeniden doldurdu. "Anlat bana Mısra. Nefesini kesen şey ne?"

BUZ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin