Bölüm 8

25.2K 1.2K 8
                                    

Eğer ayakta olsaydım, bana sorduğu soru karşısında yere yığılabilirdim. Hiç çekinmeden sorduğu bu basit soru, beni hiç zannetmediğim kadar çok yaralamıştı. Psikologlarla görüşmüştüm, hali hazırdaki psikiyatrım bana düzenli olarak dozları artan ilaçlar veriyordu. Onlara anlattıklarımla bana yardım edemeyeceklerini anlamıştı hepsi. Yani anlatmadıklarımla. En fazla üç seans dayanabiliyorlardı. Sonrasında beni çok güvendikleri başka bir arkadaşlarına yönlendiriyorlardı. Onlara hiçbir şey anlatmıyordum. Daha doğrusu anlatamıyordum. Aklımdakileri kelimelere dökmek, ölümcül bir bakteriyle savaşmak gibiydi. Beni halsiz düşürüyordu. Tüm enerjimi vücudumdan çekiyordu. Anlatmayı denemiştim, başaramamıştım. Yazmayı denemiştim yine başaramamıştım. Yalnız başıma kaldığımda sesimi kaydetmeyi denemiştim ama banttaki tek ses hıçkırıklarım ve çığlıklarım olmuştu. Şimdi hiçbir şey yokmuş gibi sorduğu bu soru bana güneşin kütlesinin hesaplanması için gereken formüller dizisi gibi geliyordu. Sorduğu soruya bir cevap vermem imkansızdı. Oysa büyük bir beklentiyle yüzüme bakıyordu. Ona cevap verebilmeyi çok istiyordum ama büyük ihtimalle bu amaçla ağzımı açtığımda göz pınarlarım da açılacaktı ve muhtemelen söylediklerimin tek kelimesini anlamayacaktı. Zorlamanın bir gereği yoktu. "Geç oldu, sen git istersen. " Soğuk biri olabilirdim ama genelde bu kadar kaba olmazdım. Söyleyecek başka bir şey bulamamıştım. Bu cevabı beklemiyordu. Bunu yüzüne yayılan hayal kırıklığından anlayabiliyordum ama bu yaptığım onun hem de benim hayrımaydı. Böyle bir şeyi daha birbirimizi hiç tanımıyorken yaşamamalıydık. Böyle bir şeyi anlattığım ilk insan o olmamalıydı. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledim. O da beni takip etti. Gitmek için çok istekli olduğunu zannetmiyordum ama dayanacak gücüm de kalmamıştı. Bir an önce gitmesi gerekiyordu. Bir şey demeden kapıdan çıktı. "İyi geceler" diye fısıldadım ama arkasını dönmedi. Karanlıkta hafifçe başını salladığını görebilmiştim. Ben de daha fazla dayanamadım zaten, kapıyı kapatıp yere çöktüm. Başımı ellerimin arasına alıp ağlamaya başladım. Sesimi kısık tutmaya çalışıyordum, duyarsa geri dönerdi. Yani dönerdi herhalde. Yavaşça kalan son güç zerrelerimi kullanarak çatıya çıktım. Tavandaki zincire gereğinden fazla yüklenerek Safa'mı aydınlattım. Yanına gidip yanağını okşadım, öptüm onu usulca. Öyle çok özlemiştim ki bu özlem tüm benliğimi sarmış, bedenimden taşıyordu artık. Duvarın dibine çöktüm. Başımı duvara dayadım. Hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Onsuz olduğum her güne lanet okudum. Onsuz aldığım her nefese küfrettim. Onsuzluğun canımı yakan her eksikliğinden nefret ettim. Yüzüme dokunamayışından, saçlarımı okşayamayışından, benimle resim yapamamasından, kucağına yatıp kitap okuyamamaktan nefret ettim. Onsuzluk bana verilen bir zehirdi ve bu zehir beni yıllardır içten içe çürütüyordu. Nefesimi kesiyordu. Onsuzken silikleşiyordum. Yok oluyordum.
Ne kadar zaman geçmişti emin değildim. Başımı kaldırdığımda onu gördüm. Karanlığın içinde belli belirsiz kıpırdanan Vural dikkatle beni izliyordu. Sürünerek cama gittim. Sağ elimi cama dayayıp güçlükle ayağı kalktım. Elimi camdan indirmedim. O da elini cama koydu. Uzunca bir süre hiç kıpırdamadık, yalnızca birbirimize baktık. Neden sonra sessizce fısıldadım. "Kurtar beni. " Sanki anlaşmışız gibi aynı anda yere çöktük, ellerimiz hala camdaydı, bana destek mi oluyordu yani? Bu fikir yalnızca biraz daha ağlamama sebep oldu. Bana yardım etmemeliydi. Edemezdi. Bu boşuna bir çabaydı. Kalbime saplanan bu acı, sonsuza dek orada kalıp beni her geçen saniye biraz daha yok edecekti. Çaresizce gözlerimi kapattım. Günün verdiği yorgunlukla uyuyakalmışım. Uyandığımda her yerim uyuşmuştu. Başımı kaldırıp karşıya baktım, gözünü bile kırpmadan beni izliyordu. Sonra gece olanları hatırladım. Ona "Kurtar beni." diyişimi. Olabildiğince çabuk yerimden kalktım ve odama indim. O da senkronize bir şekilde perdesi açık penceremden görüş alanıma girdi. Gözlerimi devirip perdenin zincirine uzandım, sırıttı. Fazlaca vaktim vardı, rahat rahat sabah sporumu yaptım, uzunca bir duş aldım. Bugün işlerim banka dışındaydı. Haftanın iki günü bankaya değil de anlaşma yapılacak şirketlerle toplantıya gidiyordum. Bugün ne güzel ki karşıya geçmem gerekiyordu. Üstümü giyip makyaj masama gittim, gözlerimin saklanmaya ihtiyacı vardı. Kapatıcı, eyeliner derken iyice sıkılmış bir halde evden çıktım. Bahçe kapımın önünde elinde bir tabakla duruyordu. Ofladım. Yanına geldiğimde durdum. "Günaydın." dedim. Gülümseyerek tabağı bana uzattı, içinde labne ve reçel sürülmüş bir dilim ekmek vardı. "Kahvaltı yapmadan çıkmaya bayılıyorsun. " dedi gülümseyerek. "Fazla yemek yiyen biri değilimdir. " dedim ama yine de tabaktaki ekmeği alıp ısırdım. "Öyleyse komşunun bir aşçı olması güzel ha, ne dersin?" "Sadece orayı işlettiğini düşünmüştüm, aşçı olduğun aklıma gelmemişti. " Gülümsedi. "Hakkımda bilmediğin çok şey var Ufak. Haydi işe geç kalma, git. " dedi ve cevap vermemi beklemeden evine yöneldi. Ben de ekmeğimi yiyerek arabama gittim. Kemerimi taktım ama arabayı çalıştırmadan önce telefonumu çıkarıp Talha'yı aradım. "Kaptan günaydın!" dedim son on yıldır kullanabildiğim en cıvıltılı sesimle. O da kuru kuru "günaydın. " dedi. İkimizin de ses tonları birbirine benzemişti bugün. "İşin yoksa bu akşam bana gelsene. Kaynatırız biraz, özledim seni. " Bu bizim dilimizde konuşmamız gereken şeyler var demekti. "Peki, gelirim. Trafikteyim şuan, görüşürüz akşam. " diyip kapattı telefonu. Gönlünü almak zor olacaktı. Ne yapayım artık. Bugünkü ilk durağım çok ünlü bir inşaat firmasıydı. Bankadaki fonlarını bizim bankamıza almaya çalışıyorduk. Görüşeceğim yetkililerle toplantı salonuna gittik. Görüşmenin tam ortasında, ben sunumu yaparken kapı açıldı. Ben de unuttuğum bir rakam için notlarıma göz attım, masadakiler ayağa kalkmıştı. Başımı kaldırdığımda gözlerini kısmış bana bakan Uzay'ı gördüm. Gri takıp elbisesi üstüne tam oturmuştu. Can yakan bir görüntüsü vardı. Gözlerini benden ayırmadan ilerleyip masanın başına oturdu. Devam etmem için elini hareket ettirdi. Ben de umursamadan sunuma devam ettim. "Yani hanımlar beyler, firmanızın fonlarını bankamıza transfer etmeniz iki tarafı da mutlu edecektir. " diyip önümdeki dosyayı kapattım. Bilgisayarımı kapatıp çantama koyarken ve diğerleri odadan çıkarken Uzay bir kahve içebileceğimizi söyledi. Son görüşmemizde olanları şimdi sorgulayacaktı demek. Sessizce onayladım isteğini ve odasına gittik. Sekreteri odaya girdi ve ona baktı. O da bana döndü. "Ne içersin?" Uzatmadım. "Acı bir kahve alabilirim. " dedim. Sekreter onun da sade kahve isteğini başıyla onaylayıp odadan çıktı. Geri dönene kadar sessizce etrafı inceledim, Uzay da bir şey söylemedi. Kahveleri bırakmak üzere odaya giren sekreterine "Telefon istemiyorum, kimse girmesin. " dedi. Sekreteri yine başıyla onaylayıp çıktı. Bir yudum aldı kahvesinden ve bana döndü. "Nasılsın Mısra? " Yavaş gidiyordu. "İyiyim, sen?" "Bildiğin gibi iş güç." dedi. Nefesimi aldım. "Bak geçen sefer olanlar..." "Gerçekten neydi geçen sefer olanlar? Bir sevgilin varken bana kuyruk sallaman neydi? Zor kadın zor kadın diye ortalarda dolaşıp o adamla aynı eve girmen neydi?" Aldığım nefesi içimde ateşledim ve üstüne püskürttüm. "Aslında olan şuydu. Sevgilimin olup olmadığı seni hiç ilgilendirmezken sen bir de kalkıp beni taciz ederek elde edebileceğini düşündün. Ama sorun şu ki senin gibi lakayt bir adam sevgilim olmasa bile ilgimi çekemez. O adamın o akşam evime girip girmediğini bile gözlerinle görmedin, çünkü o kadar dar bakışlısın ki elde etmeye uğraştığın şeye odaklanıp diğer her şeyi görmezden geliyorsun. " "Yatıyor musun o adamla?" Merak anlaşılabilir bir şeydi. Ama bu yaptığı terbiyesizlikti. Ne yani o kadar şey söylemişken o neden benim bir adamla yatıp yatmadığımı öğrenmeye çalışıyordu? Eğer yatmıyor olsaydım, onunla mı yatacaktım? " Ne var biliyor musun Uzay? Burdan çıkıp bir hastaneye git ve beyin cerrahına sana uygun bir beyin bulup bulamayacağınızı sor. Çünkü beyin olmadan anca bir yere kadar ilerleyebiliyorsun." dedim. Çantamı ve bilgisayarımı alıp çıkıyordum ki kolumu tutup beni kendine çekti. Elimdekileri yere savurdu ve beni duvara itip üstüme yüklendi. Bir kolunu dirseğinden kırıp duvara yasladı, diğer eliyse belime uzandı. "Bak güzelim..." diye cümlesine başladı ama belime koyduğu elini tutup, çevirip ani bir hareketle yüzünü duvara gömmemle cümlesi yarıda kaldı. "Yerinde olsaydım bir daha bana bu şekilde yaklaşmazdım. Çünkü eğer bir daha böyle bir şey tekrarlanırsa beni tehdit edebileceğin bir şeyin kalmaz. Ben çocuk değilim. Senden korkan, çekinen aptal bir kız çocuğu hiç değilim. Sen bar köşelerinde içtiğin birayı kusmamak için direnirken ben kendimi senin gibi aptallardan korumanın yollarını öğreniyordum. Bir Daha bu yaptığını yapmayı sakın deneme. Seni pişman ederim. " Kolunu biraz daha sıkıp yere attığı çantalarımı alıp dışarı çıktım. Kapının hemen sol tarafındaki koltuklarda Talha elinde bir dergi, şaşkınca bana bakıyordu. Haydi bakalım, çık bu işin içinden Mısra...

BUZ (Tamamlandı)Onde as histórias ganham vida. Descobre agora