Bölüm 26

21.2K 875 27
                                    

İçimde aptal bir his, bana hiç durmadan yanlış yaptığımı söylüyordu, ancak bu yanlışı hangi konuda yaptığımı kesinlikle açıklamıyordu. Teklifi kabul etmem miydi yanlış olan yoksa Vural'ın söyledikleri karşısında pişman olmam mıydı? İçimdeki garip suçluluk duygusundan kaçmak için başımı diğer masada oturan kıza çevirdim ancak kalkmışlardı. Ne söylemem gerektiğini düşündüm ama bir şey bulamadım. "Kalkalım mı?" diye sordum Vural'a. Başıyla onaylayıp bana arabanın anahtarlarını uzattı. "Geliyorum." dedi. Hesap ödeme konusunda tam bir hanzoydu ama şuan bunu tartışacak gücüm yoktu. Kafenin kapısına yakın bir yere park ettiği arabayı açıp uslu uslu yolcu koltuğuna oturdum. İyice hızlanan yağmurun altında koşarak şoför koltuğuna geçtiğinde elimde tuttuğum anahtarı ona uzattım. Arabayı çalıştırdı ve kararmaya yüz tutan gökyüzünün altında ilerlemeye başladık. İşi kabul ettiğimi ona nasıl söyleyeceğimi düşünürken yüzündeki keyifli ifade dikkatimi çekti. Garip bir yapısı vardı. Bir an sinirden elleri titrerken bir dakika sonra keyifle gülümseyebiliyordu. Bunu ben yapamıyordum, bu yüzden bir an için ona imrendim.

Araba, artık iyice kararmış gecenin altında evin önünde durduğunda kemerimi çözüp ona döndüm. "Vural." Meraklı bir ifadeyle yüzüme baktı. "Ben şey diyecektim." Neden söylemekten korkuyordum ki? Kızmasından daha da önemlisi üzülmesinden neden korkuyordum ki? Söyle gitsindi işte. "Vural ben işi kabul ettim." Gözlerinden bi karaltı geçti. Ağzı açılıp kapandı. Bir nefes aldı. "Ne zaman?" Sesi beklediğimden daha sakindi. "Kafede. Sen kalktığında. Seni beklerken." Ellerinin direksiyonu ölümüne sıktığını beyazlaşan parmak boğumlarındadn fark edebiliyordum. "Hangi akılla?" Ne? Ne demek istedi şimdi bu? "Hangi siktiğim akılla gidip işi kabul ettin?" "Sen ne dediğinin farkıda mısın?" "Evet farkındayım. Minicik aklınla gidip ne yapıyorusn sen?" Sinirlenmesi beklediğim bir şeydi, ancak söylediği sözler beni kızdırmaktan öte kıran sözlerdi. Bu kaldırabileceğimin, tahammül edebileceklerimin üstüneydi. "Ya biliyor musun? Şuraya gelene kadar nasıl söyleyeceğimi düşündüm, hatta beş dakika öncesine kadar iptal etmeyi planlıyordum. Ama sadece 'gerizekalı' olduğum için, senin deyiminle, kendi aklımla bir şeyler yapamayacak kadar aciz olduğum için, o işi yapacağım Vural. İster hoşuna gitsin, ister gitmesin. Benden bu kadar." Hızla çantamı elime alıp arabadan indim ve koşarak bahçeyi geçip eve girdim. Kapıyı hızla çarptıktan biraz sonra yan dairenin kapısının çarpıldığını duydum. Ben mutfağa gidip su içmeye çalışırken yan daireden duvara çarpılan porselenlerin sesi geliyordu. Umrumda değildi. İsterse sinirinden geberebilirdi.

Üstümü değiştirmeden, kapıya bıraktığım çantamın içinden cüzdanımı ve telefonumu alarak yeniden evden dışarı çıktım. Elimde tuttuğum anahlatlarla evi kilitleyip bahçeyi aşarak yol kenarında yürümeye başladım. Gelen ilk taksiye binip Sevil'in evine gittim. Bir anda habersiz çıkıp gitmeme şaşırsa da bir şey söylemedi. Önce sakinleşmemi bekledi. Olanları anlatmayacaktım, o da bunu fark etmiş olmalı ki kafamı dağıtacak ne bulduysa üzerinde durdu. Saatler geçtikten sonra damarlarımda dolaşan kanın soğuduğunu hissettiğimde Sevil'e bebeği sordum. Yarasına tuz basmışım gibi Talha'nın ona topuklu ayakkabılar için ne kadar kızdığından yakındı. Kuzenimi tanıyordum, insanı çıldırtacak gücü vardı. Bebek için düğünü erkene çekme kararı almışlardı, 1 ay içinde tüm hazırlıklar bitecek ve evleneceklerdi. Bebeğin cinsiyetini öğrenmek içinse henüz 3 ayları vardı. Birbirinden güzel hayallerini anlatırken Sevil, karşıma çıkabilecek en iyi anneydi sanırım. Kendi annemin de benimle ilgili böyle hayalleri var mıydı bilmiyorum ancak burdan bakınca Sevil, dünyanın en iyi annesi olacak gibi duruyordu. Saat gece yarısını görmeden Sevil'in evinden ayrıldım. Yarın haftasonuydu ancak yine de bir iş görüşmem vardı. Saat tam 12.30'da taksiden indiğimde yan evin kapısında kırmızılı bir gölge dikkatimi çekti. Biraz daha dikkatli baktığımda karaltının giyinmeyi unutmuş bir kadın olduğunu, Vural'ın da yarı çıplak, elinde bir kahve bardağıyla kapıyı kapatmak için hazırda beklediğini gördüm. Kadın eğilip ona son bir öpücük vermek istedi ancak Vural başını çevirdi. Bunu yaptığında karşısında dehşet içinde ona bakan beni gördü ki ağzından kısacık bir kelime çıktı. Mesafe uzun olduğu için ne dediğini dudaklarından okuyamadım ancak sesi yeterince soğuk olmalı ki kızıl kafa ikiletmeden bahçe kapısına doğru yürümeye başladı. Yanımdan geçip giderken bacaklarım titriyordu.Bunun beni neden bu kadar sarstığıyla ilgili bir fikrim yoktu ancak şuan, karşımda elinde kahve bardağıyla kapıda bekleyen Vural'a bakarken, az önce yanımdan geçen kadının dakikalar önce onun yatağını ısıttığı gerçeği, Vural'ı mutlu ettiği düşüncesi beynimin kaynamasına neden oldu. Vural umursamadan kapısını kapatıp beni orda öylece bıraktıktan ancak birkaç dakika sonra kendime gelip evime girebildim. Odama çıkmaya çalıştım ancak bacaklarım o kadar titriyordu ki başaramayıp merdivenlerin daha ilk basamadığında dayanamayıp oturdum. Yorgunluk tüm bedenime işlemiş gibiydi ve bu yorgunluktan en çok nasibini alan beynimdi. Biraz daha düşünürsem delireceğimin farkındaydım. Odaya çıkamayacağımın farkındaydım, kalan son gücümle kalkıp salondaki üçlü koltuğa uzandım ve gözlerimi kapattım.
Sabah Safa'nın kalp atışlarının durduğunu gösteren makinenin sesi beynimi delip beni uyandırdığında, kolum gözlerime gelen ışığı kesmek için olsa gerek yüzümde duruyordu. Üstümde dünden kalma iş kıyafetlerim ve ayakkabılarımla uyumuştum. Aklıma dün olanlar geldiğinde sinirim ve içimdeki kırgınlık yeniden baş gösterdi. Oflayarak koltuktan kalktım ve yukarı çıkmak için merdivenlere yöneldim. Ancak önce gözüme çarpan çantamdan telefonumu alarak dün akşamki numaraya daha önce Talha'yla gittiğimiz Güvercin'in konumunu yanına 13.30 notunu düşerek mesaj attım. Bu hesaba göre hazırlanıp çıkmak için yalnızca bir saatim vardı. Çok hızlı bir duş alıp saçlarımı kuruttum. Bornozumu üstüme geçirip banyodan çıkarak saçlarımı kurutmak için elimde tuttuğum havluyu yatağın üzerine bıraktım. Giyinme odasına geçerken pencerenin perdesinin açık olduğunu fark ettim. Çıplak ayaklarımı sürükleyerek pencereye gittim. Kendimi ne kadar zorlasam da karşımda perdesi açık odanın içine dikkatle bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Yatağının yalnızca ayakucu görünüyordu ancak yatak bozulmamış gibi duruyordu. Hatta oda da boştu. Ta ki Vural, belinden düşmek üzere olan havlusu ve saçlarını kurutmak için elinde tuttuğu ikinci bir havluyla odaya girene kadar. Sanki orda olduğumu biliyormuş gibi gözleri pencereden bana kaydı. Ben üstümde bornozumla, o yarı çıplak bir halde sanki zaman durmuş gibi birbirimize baktık. Bir an ne yapacağımı bilemediğim için elim ayağıma dolaşsa da hızla perdenin zincirini bulup çekiştirmeye başladım. Perde hızla aşağı inerken ondan başka her yere bakıyordum ancak yine de bu halime güldüğünü görebilmiştim. Bu can sıkıcıydı. Ben onu öldürmek isteyecek kadar sinirliyken o gülümseyebiliyordu. "Hangi akılla!" Yüksek sesi yeniden kulaklarımda çınlayınca perdenin de kapanmış olmasını fırsat bilerek hızla giyinme odasına gittim. Önce çekmeceden iç çamaşırlarımı alıp giydim. Çıkardığım bornozu kirlilere atmam gerekecekti, bu yüzden onu yerde bıraktım. Askıların önünde durup ne giyeceğimi düşündüm. Modellik için iş görüşmesine giderken ne giymeliydim? Havanın soğukluğunu göz önüne alarak fazla abartmamaya karar verdim. Siyah bir tayt giyip üstüne de krem rengi bir kazak geçirdim. Uzun siyah topuklu botlarımı ayağıma geçirdikten sonra siyah montumu giydim ve yakasına gök mavisi bir bir atkı taktım. Kahverengi bir çantayı da elime alarak içine kıvır zıvır koyarak elime aldım. Yerdeki bornozu banyodaki kirli sepetine atıp evden çıkmak için aşağı indim. Evden çıkmadan önce hazır aklımdayken bahçe kapısını, televizyon ünitesinin küçük dolaplarından birinde duran anahtarıyla kilitledim. Evden çıkıp evi de kilitledikten sonra yavaşça yürümeye başladım. Tahminimden hızlı hazırlanmıştım. Bahçe kapısına yeni ulaşmıştım ki sert bir ses yüzünden durma ihtiyacı hissettim. "Mısra!" Arkamı döndüğümde kışın tüm soğukluğuna karşı üstünde kolsuz bir tişörtle duran Vural'a baktım. Hızlı adımlarla yanıma geldi. "Nereye gidiyorsun?" Cevap vereceğimi zannediyorsa yanılıyordu. Yoluma devam etmek için yanından geçmek istedim ancak kolumu tutarak gitmeme engel oldu. "Nereye gidiyorsun dedim Mısra?" "Bırak kolumu." Sesimin soğukluğu beni bile korkutmuştu. "Mısra, o işi yapmayacaksın. Eğer iş görüşmesine gidiyorsan hemen eve dön. Yapmayacaksın." Söylediği son sözlerle gözlerim döndü. "Sakın bir daha bana ne yapacağımı söylemeye kalkışma. Ben senin hiçbir şeyin değilim, üzerimde hiçbir söz hakkın yok. Hemen kolumu bırak, yoksa pişman olursun." Çığlıklarım karşısında gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı içimdeki siniri geçiremedi. Kolumu bıraktığında sanki yaşamı kolumu tutmasına bağlıydı da söylediklerim yüzünden hayatından vazgeçmiş gibi bir hali vardı. Umrumda değildi, aradaki sınırı korumak zorundaydı. Eli üzerimden uzaklaşır uzaklaşmaz arkamı dönüp hızla yürümeye başladım. Arkama bakma cesaretini gösteremedim ama kırılacak gibi çarpılan kapıdan Vural'ın eve girdiğini anladım.

BUZ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin