Bölüm 24

22K 1K 9
                                    

Safa elini yüzümden çekip gülümseyerek yanımdan uzaklaşmıştı. Kapalı göz kapaklarımın altından sızan gözyaşım burnumun üstünden sıyrılıp yastığa damladığında dudaklarım yukarı kıvrılmıştı. Vural'ın boynumu gıdıklayan nefesi, belimi saran kolu ve hafif horultusu yalnız olmadığımı bana şiddetle hatırlatırken gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. Bu gece gördüklerim güzel şeylerdi. Derince iç çekip başımı Vural'a çevirmeye çalıştım ama bu düşünceden vazgeçtim. Gece bu yatağın ısısı bin dereceyi görmüş, sonra da ikimizi kavurmuştu. Normalde olsa şuan bu kadar bile ileri gitttiğimiz için kendime lanet okuyor olmam gerekirdi ama hayır, içimde en ufak bir pişmanlık belirtisi yoktu. Vural'ın etrafında olmayı, bana yakın olmasını, beklemediğim her yerden karşıma çıkmayı başarmasını seviyordum. İçindeki o kocaman koruma aşkını es geçersek etrafımda olması için hiçbir neden yoktu ama ısrarla yanıbaşımda duruyordu. Sanki beni bıraktığında başıma dünyanın en kötü şeyi gelecekmiş gibi davranıyordu. İşin ilginç yanı o etrafımda olsa da olmasa da garip şeyler yaşamaya devam ediyordum. Arabama bir izleme cihazı takılmıştı, berbat bir şaka zevkine sahip bir sapığım vardı ve bana iğrenç hediyeler yollyordu, kim bilir evimin neresinde kaç tane dinleme cihazı vardı. Hey, bir saniye. Bunu da yapmış olamazlar değil mi? Evimde dinleme cihazı olabilir miydi? Ancak daha sonra öyle bir olasılığı Vural'ın çoktan hesaba katıp evi didik didik aramış olduğunu düşündüm. Böyle şeyleri atlamayacak kadar çılgın bir koruma içgüdüsüne sahipti. Vural demişken...

Vural'a ne diyecektim? Nasıl davranacaktım? Değişen bir şey olacak mıydı aramızda? Yani bana yeni bir masal vaat etmişti ve biz sevişmenin kapısından dönmüştük. Tüm bu yaşananlar bizi sevgili mi yapıyordu? Aşk ve sevgiyle ilgili tüm düşüncelerimi Safa'yla birlikte mezara gömmemiş olmayı diledim ama görünen o ki çok geç kalmıştım. Gözlerimi sıkıca yumup Vural uyandığında nasıl davranacağımı tasarlamaya başladım ama çok fazla seçeneğim yok gibi duruyordu. Hava henüz aydınlanıyordu ve büyük ihtimalle uyanmasına daha çok vardı. Düşünmekten vazgeçip kolları arasında olmanın aslında o kadar kötü olmadığı, hatta içimi pır pır ettirdiğini görüp bunun keyfini çıkamaya karar verdim. Belimi saran koluna dokunup aldığı derin nefeslere odaklandım, ne olduğunu anlamadan yeniden uyuyakalmışım.

Mayışmış bir halde gözlerimi aralayıp esnediğimde sağ tarafımda dirseğini yastığa, başını da eline dayamış gülümsemeye yakın bir ifadeyle beni izleyen Vural'ı gördüm. Ne olduğunun çok da farkında olmadan arkamı dönüp uyumaya devam etmek istedim ama ben döner dönmez üstümden belime doladığı kolu beni ona dönmeye mahkum etti. Karşı koyup uyumaya devam etme çabam karşısında yalnızca dudakları biraz daha kıvrıldı. "Geç kalacaksın Ufak." dedi keyifli çıkan sesiyle. "Yaaaaaa." diye inleyip tekrar döndüm. Bu sefer kendisine dönmemi sağlamak yerine üstümden diğer tarafa geçip uyumamam için elinden geleni yapmaya başladı. Saçlarımı karıştırıp, gece uyumadan önce son anda taktığım göz bandımı başımdan çekip çıkardı. Uyanmadığımı görünce işleri ilerletti ve omzumun üstünde duran sütyenimin ipini çekip geri bıraktı. Ardından kulağıma eğilip "Bordoyu çok severim." dedi iç çamaşırımın rengine atıfta bulunarak. Evet, inanır mısın ben de çok severim bordoyu. Tüm uykumdan sıyrılıp "O zaman Nihal'in çamaşırları da bordoydu?" dedim. Şüpheli bir sesle soruğum soru karşısında kaşlarını çattı. "O çamaşırları giymeye cesaret edemezsin Mısra, güven bana." Verdiği edepsiz cevap karşısıda pes edip yatağın içinde doğrulunca ikimizin de yarı çıplak olduğu gerçeği, sanki az önce çektiği sütyenimin ipi değildi, yüzüme bir tokat gibi çarptı. Yanaklarımın ısındığını hissedip tekrar gerisin geri yatağa düştüm. Halime gülerek. burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. "Ciddiyim Ufak, bu minicik beden birazdan odanın içinde uçuyor olmazsa işe geç kalacaksın ve işe geç kalmaktan hoşlanmıyorsun." Bunu nerden bildiğini sorgulamadım bile, dediğine güvenip yataktan çıktım. Arkamı dönüp, üstümde yalnızca iç çamaşırlarımla banyoya ilerlediğimde yatağıma yayılmış, ellerini başının altına almıştı. "Bordo ve siyah. İyi kombin." dedi gülerek. Arkamı dönerek ona orta parmağımı göstermek istedim ama uslu bir kız gibi davranıp bunu yapmaktan vazgeçtim. Ayna da karşılaştığım Mısra bitikti. Saçları birbirine girmiş, dudakları şişmiş ve boynunun hemen sağ alt tarafında kocaman bir morluk, bir kolye ucu gibi ona bakıyordu. Yüreğimin manzaraya daha fazla dayanamayacağını düşünerek iç çamaşırlarımı çıkararak duşa girdim. Neredeyse kaynar suyla duş alıp tüm kaslarımı gevşettikten sonra çıkıp bornozumu giydim. Dolaptan saçlarım için küçük bir havlu alıp başıma doladığımda köşede, yerde Vural'a ait olduğunu düşündüğüm bir kıyafet kümesi dikkatimi çekti. Onları da alıp odaya girdiğimde onu bıraktığım pozisyonda gözlerini tavana dikmiş bir şeyler düşünürken buldum. Acaba üstümü giyerkende mi orda öyle yatacaktı? Ama zaten aşağı inse de kocaman bir odaya sahip olmanın bedeli olarak bir kapının mahremiyetinden mahrum olduğum için yine de banyoyu kullanmak zorunda kalacaktım. Bu yüzden ona kalkmasını söylemedim. Kıyafetlerini yatağın kenarına bırakıp önce iç çamaşırlarımı koyduğum çekmecelere yöneldim. Siyah iç çamaşır takımımı elime alıp kıyafet için dolabın önüne gittim. Elimde iç çamaşırlarım ne giyeceğimi düşünürken Vural'ın eli sağ tarafımdan dolanarak belimi sardı ve yanağıma bir öpücük bıraktı. Gözlerini dikkatlice dolabımda gezdirip ardından boştaki elini uzatıp askılardan birini çekip aldı ve bana uzattı. Sonra geri dönüp yatağın ucuna bıraktığım kıyafetlerinin arasında pantolonunu buldu. Giyineceğini anlayıp dikizlemek için kendime izin vermeyerek banyoya yöneldim. Bana verdiği saks mavisi tulumu üstüme geçirdim, şükür ki kapalı yakası Vural'ın izini saklıyordu. Saçlarımı kurutup sıkıca at kuyruğu yaptım. Makyaj masama gidip aynaya baktığımda çok fazla bir makyaja ihtiyacım olmadığına kanaat getirdim, nasılsa bu gece güzel uyumuştum. Siyah küpeler ve siyah taşlı bir yüzük takıp dolabıma geri döndüm. Her ne kadar ince topuklu ayakkabılar dışardaki buza uymasa da zaten iş yerine kadar arabada olacağım için fazla umursamadım, bugün canım bot giymek istemiyordu. Siyah mat sivri burunlu ayakkabılarımı da giyip kabanımı elime aldım. Arkama dönüp Vural'a baktığımda yatakta oturmuş beni izliyor olduğunu gördüm. "Dışarda kar var farkındasın değil mi?" dedi şüpheyle yüzüme bakarak. "Düşersem kaldırırsın." dedim. Kabanımı eline tutuşturdum ve yataktan kalkması için bir işaret yaptım. Kalktıktan sonra hızla yatağı topladım ve elinden kabanımı alıp aşağı indim. Peşimden gelen ayak seslerine odaklanıp merdivenlerin dibinde durdum. "Kahvaltı?" dedim soru soran bir sesle. "Hazırlamakla uğraşırsak geç kalırsın. Bugün seni Siyah'ın kahvaltı mönüsüyle tanıştıralım." dedi ve akşam salona bıraktığı kabanını alıp kapıya gitti. Açtığı kapıdan geçmemi bekledikten sonra kapattı ve cebinden çıkardığı anahtarla kapımı kilitledi. Bunları benim yapmama izin veremez miydi? Kendi evimdi sonuçta, kapıyı kilitlemeyi hakkım olarak görmek anormal değildi bence. Bunu ona söylediğimde "Hatırlamazsın sen kapıyı kilitlemeyi." dedi kısaca. Belime koyduğu eliyle beni arabaya doğru iteledi. "Hiçte bile. Evimi kilitleyebilirim tamam mı, bunu da unutacak kadar dalgın biri değilim." "Tamam bir dahakine sen yaparsın." Arabam ortalıkta görünmüyordu, onun arabasıyla gidecektik anlaşılan. Jeepine yerleştiğimizde arabayı çalıştırdı. "Arabam ne alemde?" diye sordum masumca. "Serviste. Hazır gitmişken tam bir kontrol iyi olur diye düşündüm. Bozuk frenlerle kaza yaparsan hastanede başında bekleyecek olmak fikri hoş gelmedi açıkçası." Hah, hastanede başımda bekleyecekmiş, ne sıfatla? "Hoşuna gitmiyorsa bekleme? Bekle diye yalvardığımı hatırlamıyordum?" "Mısra inattan öleceksin diye çok korkuyorum." Oflayıp önüme döndüm. "Küs müyüz?" dedi hınzırca beni taklit ederek. Ben de onu taklit ederek "Çocuk değilim ben." dedim. Gülümseyerek yola odaklandı tekrar. Siyah dediği yerin kendi restorantı olduğunu kapısına geldiğimizde anladım. Daha önce de geldiğim bu mekanın adına hiç dikkat etmemiştim. Arabadan inip yürüdüğümüz kısa mesafede elimi tutup düşmemem için bana destek oldu. İçeri geçip neredeyse tıklım tıklım olan masaların arasından geçirdi beni ve arka tarafta boşluğuyla mekandan ayrı bir dünyaymış gibi duran bir masada sandalyelerden birini benim için çekti. Ben oturduktan sonra o da karşıma oturduğunda bir saniye geçmeden bir garson geldi. "Patron bu sabah ne getiriyorum?" diye sordu samimice. "En sevdiğimden Ali." dedi. Çalışanlarıyla arasındaki bu samimi ilişki beni gülümsetmişti. "Burayı nasıl açtın?" diye sordum. Boş boş yüzüne bakmak istemiyordum. "Polis akademisinden mezun olduktan sonra..." Lafını kesme ihtiyacıma karşı koyamadım. "Polis akademisi?" "Ankara. O zamanlar çok iligiydim. Polis olduktan sonra olaylar beklediğim gibi gitmeyince bırakmak zorunda kaldım. Dedektifçilik oynamaya devam ediyordum ama beni saklayacak başka bir yere ihtiyacım vardı. Araştırdığım herkes çok hırlı insanlar olmayabiliyordu ve benim kendimi korumam gerekiyordu. Ben de paravan olarak kullanacağım yerin neden aynı zamanda eğlenebileceğim bir yer olamayacağını sorguladım kafamda. Liseden beri aşçılık kurslarına gidiyordum zaten. Bir iki profesyonel kursa da gittikten sonra burayı açmaya yetecek tecrübeyi edinmiş bulundum. Zamanla bayağı tutuldu ve yalnız idare edememeye başladım. İlk önce Ali geldi. Sonra mekanı büyüttük derken bu günleri gördük işte." Polis olduğunu bilmiyordum, şaşırmıştım. "Neden polisliği bıraktın?" Netçe sorduğum soruyu duymazdan geldi ve "Ali hem en eski elemanım hem de en yakın arkadaşımdır benim. Çok vefalıdır kereta." Anlaşılan bu konu sakıncalıydı. Israr etmedim. "İyi birine benziyor." dedim sakince. Bu arada Ali önümüze birer kahvaltı tabağı bırakmış, çay ve ekmeği masaya iliştirmiş ve uzaklaşmıştı. Vural'ın en sevdiği kahvaltı tabağının bu kadar sade olabileceğini düşünmemiştim. Sessizce kahvaltımızı yaptıktan sonra tekrar Vural'ın arabasında buldum kendimi. Telefonumun etranına baktığımda mesai saatime 15 dakika olduğunu görüp önüme döndüm. 15 dakika yeter de artardı. Araba bankanın önünde durduğunda kemerimi çözüp çantamı alıp aşağı inmek için kapıya uzandım ama Vural çoktan açmıştı. Aşağı inerken yine elimi tuttu ve bankadan içeri gidene kadar da bırakmadı. İçeri girdiğimizde elimi bıraktı, gürültünün içinde kulağıma eğilip "Düşmene izin veremem Melek Yüzlü." dedi ve yanağıma ufacık bir öpücük bırakıp arkasını döndü. Arkasından amaçsızca "Görüşürüz." diye seslendim. Arkasına dönmeden elini havaya kaldırdı ve yürümeye devam etti. Gülümseyerek mesaimin başlamasına 5 dakika kala odaya girdiğimde yerime geçerken benim Meraklı Melehat olarak adlandırdığım Ceren Hanım bana "Mısra, yanındaki adam sevgilin miydi?" diye sordu pat diye. Hayır benim bildiğim, böyle şeyler sorulacaksa bile böyle pat diye sorulmazdı. Dakika bir gol bir olmasın diye "Hayır Ceren Hanım, çok yakın bir arkadaşım." diye cevap verdim. Dün akşam olanları Allah affetsin ama arkadaşımdı öyle değil mi? "Hıı, peki öyle olsun." dedi Ceren Hanım inanmadığını göstererek masasından kalkarak yanında oturan Tekin Bey'in masasına ilerledi ve fısır fısır bir şeyler konuşmaya başladı. Bari dedikodumu gözümün önünde yapmayın değil mi? İç çekerek masama oturdum ve çalışmaya başladım. Öğle molasında Talha'yı aradım. Kaptan baba olacağını henüz öğrenmemişti anlaşılan. Ancak bu akşam onun evinde toplanacaklarını ve gelmem gerektiğini, Sevil'in beni özellikle istediğini söyledi. Büyük ihtimalle yalnız yapamayacağını düşünüyordu. Onu onaylayıp kapatmaya hazırlanıyordum ki bana Vural'ı sordu. Aramızın nasıl olduğunu, hatta akşam onu da getirmem gerektiğini söyledi. Aramızın iyi olduğunu, arabam serviste olduğu için sabah beni işe bıraktığını akşam da kesin çağıracağımı söyledim. İş çıkardı yine başıma iyi mi? İş çıkışında Vural'ın arabası yine sahipsiz bir şekilde beni bekliyordu kapıda. Seçkin bey gülümseyerek bana anahtarları uzattı, bu kez bir not yoktu. Arabaya bindiğimde yolcu koltuğunda bir buket papatya duruyordu. Bu ne içindi şimdi? Çiçekleri elime alıp içindeki kartı açtığımda "Bebeğime iyi bakman için rüşvet." yazdığını gördüm. Gülümseyerek Vural'ı aradım. "Rüşvetini kabul etmezsem arabayı çarpma hakkım oluyor mu?" dedim gülerek telefonu açtığında. "Yapmazsan güzel olur. Onu seviyorum." "O zaman arabanı çarpmıyorum. Çünkü bu arabayla akşam Talha'nın evine gidiyoruz? Uygun mudur?" Ne saçmalıyorum ben? Cümlenin saçmalığını gördünüz mü? Aman tanrım. Gülerek "Tamamdır Ufak. 8'de alırım seni. Kapatmam lazım. Görüşürüz." dedi. "Görüşürüz." dememle telefon kapandı.

BUZ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now