Bölüm 18

22.7K 1K 18
                                    

Dün işe gitmemiştim, öyle berbat bir gündü ki işe gitmeyi unutmuştum. Bu benim tarzım değildi. Sabah bu düşünceyle uyandığımda kendimi garip hissettim. Bir insan nasıl işe gitmeyi unuturdu ki? Acıyla kasılıp kaldığım için demiyorum ama dün gerçekten berbat bir gündü ve ben, aptal ben işe gitmeyi unutmuştum. Aynı dört duvarda çalıştığım diğer 5 kişi bundan mutlu olmuşlardır diye düşünüyorum ama müdürün pek hoşuna gittiğini sanmıyordum. Başını çenemin üstüne dayamış, kollarını mengene gibi etrafıma sarmış Vural'ı uyandırmadan nasıl kalkacağımı bilmiyordum. Uyanmalıydı belki de? Onun da bir işi vardı sonuçta? En azından uyandırmamayı bir denemeliydim herhalde. Güçlükle bir kolunu karnımın üstünden çektim, diğer kolundan sıyrılmak bu durumda hiç de zor değildi. Esnek bir hareketle ayrıldığım kolları bir an sonuçsuz bir çabayla boşluğu doldurmaya çalıştı, beni bulamayınca yorganı kavradı. Bu çocuksu haline gülmeden edemedim. Parmak uçlarımda banyoya gittim. Yüzümü yıkayıp saçlarımı topladım ama tokamın onda olduğunu hatırlayıp tekrar açtım. Ne yapmalıydım? Dün gece bana öyle iyi davrandıktan sonra öylece gidemezdim. Kahvaltı? Bu sabah ona bırakmadan ben haledebilirdim? Mutfağa inip önce çay için su koydum. Dolabı açıp o an aldığım kararla raftan yumurta ve kahvaltılıkları koyduğu kısımdan paketi içinde mışıl mışıl uyuyan sucuğu çıkardım. Ocağın bir gözünde sucuklu yumurtayı pişmeye bıraktım. Başka ne yapabilirdim? Onun kadar iyi yapamasam da krep yapmaya üşenmedim ve hazırladığım krep hamurunu lezzetli mi lezzetli kreplere dönüştürdüm. Kaynayan suyla çayı demledim. Masaya kahvaltılıkları koyup odaya çıktım. Hala yorgana sarılmış uyuyordu. Yatağın kenarına oturdum ve omzuna dokundum. "Vural." Huzursuzca burnunu kırıştırıp uyumaya devam etti. Tekrar "Vuraal"dedim. Omzunu yeniden dürtünce 'Git başımdan Halim.' dedi. Bir sabah içinde beni ikinci kez gülümsetti. "Vural uyan hadi, Halim olmadığıma emin olabilirsin. Kahvaltı hazır." Bir anda gözlerini açtı. Karşısında duran beni ayırt edince yüzünde garip bir huzur gördüm. 'Günaydın.' dedi eblek suratıyla. Gözlerimi kırpıp gülümsedim. "Hadi, yüzünü yıka, aşağı gel. Bu sabah kahvaltı benden." Başını salladı ve doğruldu. Kafasını sağa sola sallayıp kendine gelmeye çalışırken ben de mutfağa indim tekrar. Dolapta gördüğüm vişne suyu alıp bir bardağa doldurdum. Kahvaltıda hep çay içiyordu, o yüzden ona koymadım. Soğuk meyve suyumdan bir yudum alıp masaya oturduğumda o da kapıdan girdi. "Sucuklu yumurta? İsviçre'de büyüdüğüne emin misin sen?" Güldüm. "Ne yani İsviçre'de büyüdüm diye böyle güzelliklerden mahrum kaldım mı zannediyorsun? Benim ailem Türk, hatırlatırım." "Sahiden ya, soracaktım ama unutuyordum hep. Ailen İsviçre'ye niye taşınmış?" Bu uzun yıllar önce dinlediğim güzel bir aşk hikayesiydi. " Annemle babam birliktelermiş ama annemin ailesi evlenmelerine izin vermeyince birlikte kaçmışlar. Özellikle o dönemde İstanbul'da böyle bir şeyin olması garip, biliyorsun modernleşmeye çalışan bir toplum vardı o zamanlar ama işte annemin ailesi fazla gelenekçi çıkınca başka bir yol bulamamışlar. Babamın halası da İsviçre'de yaşıyormuş, oraya gitmişler. Sonra babam çalışmaya başlamış, işler iyi gitmiş. Geri dönmemişler." "Hala konuşmuyor mu annen ailesiyle?" "Saçmalama, tabi ki barıştılar." "İyi hikayeymiş. Annenler hiç buraya geliyorlar mı?" "Şey, annem geliyor ama babam nerde bilmiyorum. Yani ne yapacağından da heberim yok." "Neden?" "Ben 4 yaşındayken gitti. İşi, malvariyetini her şeyini anneme ve bana bırakıp gitti." Gözlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordum. "Neden?" diye sordu. "Komik değil mi? Bence de. Bilmiyoruz. Annem de bilmiyor. Daha doğrusu biliyor ama bana hiç anlatmadı. Ben de üstelemedim." "Çok garip. Severek evleniyorlar ve baban gidiyor." "Her neyse." diyerek konuyu kapattım ve kreplerimin tadına varmaya devam ettim. Krep cennetten gelen en güzel şeydi bana göre. Bir de sucuklu yumurta. Ama şuan onu yersem, tüm gün hazımsızlık çekeceğimi bildiğim için gönül rahatlığıyla hepsini Vural'a bıraktım. Kahvaltımız bittiğinde, ki önce ben bitirmiştim, kalkıp masayı toparladık. Bulaşıklar makineye girdikten sonra, "Gideyim ben artık. İşe gideceğim." dedim. Başıyla onaylayarak dış kapıyı açtı ve önden çıktı. Bu huyundan vazgeçecek miydi acaba? Ben de arkasından çıktım. Bahçemi geçerek kapıma ulaştığımızda anahtarımın onda olduğunu hatırladım. "Anahtar?" "Ah anahtar, dur hemen alıp geliyorum." dedi. Gülerek koşup evden anahtarı alışını izledim. Geri gelip kapıyı açtığında "İstersen anahtarı verebilirim ama bende olması daha sağlıklı gibi duruyor." dedi. Omuz silktim. Kalabilirdi. "Sonra görüşürüz." diyerek eve girdim. "Görüşürüz.Bu arada ellerine sağlık." diyerek yanıtladı beni. Gülümsedim. Bu sabah 3. Kapıyı kapatıp dağılmış salonuma bakmadan hızla odama çıktım. İş için giydiğim klasik siyah ağırlıklı elbiselerimden birini giyip hızla saçlarımı fırçaladım. Toplayıp at kuyruğu yapıp gözlerimin morluğunu kapatmak için kapatıcı ve rimel sürüp hızla evden çıktım. Son hızla bankaya gittiğimde odadan içeri girer girmez Tekin Bey "Mısra hanım, müdür sizi görmek istiyor." dedi. Bunu zaten beklediğim için cevap vermeden müdürün odasına gittim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde müdürün sinirli yüzünü gördüm. "Mısra hanım dün nerdeydiniz acaba?" "Haber veremedim. Özel meseleler vardı." "Özel meseleleriniz bizi ilgilendirmiyor Mısra hanım. Size izin konusunda hiçbir zorluk çıkarmadık çünkü işini en iyi yapan çalışanlarımızdan birisiniz. Ancak izin gerektiğinde bunu istemelisiniz. Bize sizin izin istediğiniz vahiy olarak inmiyor. Rica edeceğim bir daha böyle bir şey olmasın aksi taktirde bu kadar basit kapatamayız olayı." Fırçasını çektiğine göre susabilirdi. "Peki." diyip odadan çıktım. Aslıda sadece yaptığım resimleri satsaydım da para kazanabilirdim. Ama insan 24 saat resim apamıyordu ve benim aklımı oyalamam gerekiyordu. Boş kaldığımda başıma üşüşen düşünceler beni çıldırtabilirdi. Mesaimi bitirene kadar bankaya yaklaşık 45.000 liralık bir gelir sağlamıştım. Herhalde bu beni affettirirdi. Sadece telefon görüşmeleriyle yaptığım bu çalışma müdürü havalara uçurmaya yeterdi. Arabama binmek üzereyken çalan telefonun ucunda annem vardı. İç geçirip en son ne zaman konuştuğumuzu düşündüm. " Efendim anne." "Nasılsın kızım?" "İyiyim. Sen?" "Ben de iyiyim. İşlerin nasıl gittiğini sormak için aramıştım. Ne zamandır konuşmadık." Uzun zamandır konuşmadık. "Aynı işte. Eve yerleştim, işe gidip geliyorum. Resim yapıyorum bol bol." Yalan, eskiden olduğundan çok daha az resim yapıyordum. "Yaptıklarından birkaç tane yolla da eve asalım. Çizdiklerini özledim." Bir sessizlik. "Seni de özledim." "Ben de." Zorunluluktan verilen bir cevap değildi. Aramız iyi olmasa da annemi özlemiştim. "Buraya gelmeyi düşünüyor musun? Tatilde falan?" "Şimdilik hayır. Zaten yeni alıştım buraya, tatilde biraz keyfini sürmek istiyorum." Bu arada BMW'ye binmiş, yola çıkmıştım. "Belki ben gelirim." dedi. Sesi istekli gelmiyordu. "Güzel olur. Anne trafikteyim, sonra konuşlalım mı?" "Peki, görüşürüz." dedi ve telefonu kapattık. Eve geldiğimde önceliğim salonu es geçip, ki şuan oraya adım atmak bile istemiyordum, odama çıkmak oldu. Üstümü değiştirdikten sonra önce Talha'yı arayıp ne durumda olduğunu öğrendim. Doğum gününden beri konuşmamıştık. Sonra kendime bir bardak ice-tea alıp atölyeye geçtim. Özellikle atölyede bulundurduğum ipod ve hoparlör sistemini açarak en sevdiğim şarkılardan birinin notalarınn odada yankılanmasına sebep oldum. Ne yapsam diye düşünüyordum. Elimde ne olduğuna bakmak için boyalarımı sakladığım dolabı açtım. Elim ilk siyaha gitti. Sonra turuncu ve beyaz. Elimde 6-7 farklı renk boyayla şövaleme geri döndüm. Ancak şövaleye koyacak resim kağıdım kalmamıştı. Pekala, kağıdım yoksa duvarı boyardım. Ne zamandır aklım olan düşünceyle gülümsedim. Hoparlörde duran ipodu çıkarıp boya ve fırçalarımla birlikte odama götürdüm. Atölyede kalan birkaç gerekli eşyayı ve salondaki kulaklığımı da alıp odama geri döndüm. Nereyi boyamalıydım? Tavan çok istesem de olmazdı, boynum tutulmayı geçin kırılırdı. Her sabah uyandığımda gördüğüm ilk duvar da olmazdı. Aslında olurdu. Ama tamamı değil. Dört duvarlı odamın L şeklindeki iki duvarı pencereliydi. Bu pencereli cephelerin biri Vural'ın evine diğeriyse denize bakıyordu. Denize bakan cephenin hemen bitişiğinde ve Vural'ın evine gören duvarın hemen karşısındaki kısmı boyamayı tasarladım. Kulaklığı takıp aynı şarkıyı açtım. Tayt giymiştim ve cebi yoktu, bu yüzden ipodu taytın bel kısmına sıkıştırdım. Siyah boyayla zemin oluşturdum. Üstüne bir anda gezegenleri çizmeye başladım. Güneş sistemi değildi. Aklımda bir köşede saklanan minik bir galaksiye benziyordu. Saatler geçip boynum tutulduğunda başladığım yükseklikten anca yarıya kadar inebilmiştim. Boynumu sağa sola yatırıp kendime gelmeyi bekledim. Hava kararmıştı. Yorulmuştum. Yatağa uzandım ama sonra telefonuma bakmak için salona indim. Talha aramıştı. Geri aradım. "Kaptan, aramışsın." "Evet, arkadaşlarla toplanıyorduk gelmek ister misin diye soracaktım." "Bilmiyorum ki, geçmişsiniz siz zaten." Arkadan gelen gürültünün başka bir nedeni olamazdı çünkü. "Mızıkçılık yapma. Hatta Vural'ı da al, gelin. Eğleniriz biraz. Adresi atarım şimdi. Hadi bekliyorum." dedi ve itiraza mahal vermeden telefonu kapattı. Ofladım ve evden çıkıp Vural'ın kapısını çaldım. Üzerinde sadece eşofmanıyla kapıyı açtığında şaşırdım. "Ah, bir sorun mu var? Seni beklemiyordum üzgünüm, dur üstümü giyineyim." dedi. "Dur dur, Talha aradı. Arkadaşlarıyla birlikte çıkmışlar, bizi de çağırdılar, gelir misin diye soracaktım." biraz düşündü. "Olur aslında. Hazırlanıp çıkalım, uygun mudur?" Başımı salladım ve eve döndüm. Ben eve girene kadar kapıdan baktı. Delirmiş olmalıydı değil mi? Odaya çıktım. Siyah deri ve yüksek belli bir şort giydim. Üstüne askılı bir büstiyer giyip krem rengi uzunca bir hırkayla işimi bitirdim. Saçlarımı açık bıraktım. Askılı büyük bir çantaya dolu gözükmesi için saçma sapan şeyler koyarken kapım çaldı. Son anda aynamın önünde gözüme çarpan kırmızı ruju elime aldıp aşağı indim. Sürmek istiyordum, ama karar verememiştim. Vural'ı da kapıda bekletmemeliydim. Kapıyı açtığımda giydiği siyah pantolon, beyaz tişört ve yine siyah deri ceketi, dağınık saçlarıyla Vural bana bakıyordu. "Hazırsan çıkalım?" Ah, iltifatı yine mi sona saklıyordu? "Bir dakika. Ruj. Sence sürmeli miyim? Sürmek istiyorum ama fazla kaçmasın diye kararsız kaldım?" Dudaklarında çarpık bir gülüş belirdi. Elimdeki altın renkli kapaklı ruju alıp açtı. Bir eli çenemi sıkarak dudaklarımı aralamamı sağladı. Kendisi de benimle birlikte dudaklarını açtı, ama benim kadar değil. Sadece küçük bir aralık. Ruju yavaşça dudaklarıma sürerek ilerledi. Tüm dikkati dudaklarımdaydı ve bu benim tüm dikkatimi dağıtıyordu. Bacaklarım, titremeyin. Aha, ayakkabı giymeyi unutmuştum. İşi bittiğinde gülümseyerek ruju kapattı ve bana uzattı. "Yakıştı." dedi. "Teşekkürler. Bana bir dakika ver." dedim ve elimdeki rujla odama çıktım. Ruju masaya bırakıp giyinme odasındaki ayakkabılarımdan siyah renk converselerimi alıp giydim. Tekrar aşağı indiğimde gülümseyerek beni bekliyordu. "Gidebiliriz." Geçmem için elini uzattı, ikimizde çıkınca kapımı kapatıp kilitledi. Bahçemin hemen önüne park ettiği arabasının yolcu kapısını açıp oturmamı bekledi. O da oturduğunda emniyet kemerlerimizi bağlayıp yola çıktık. "Nereye gidiyoruz?" Telefonumdaki mesaja bakmamıştım. Açıp gösterdim. "İyi mekan." diye mırıldandı. Elim tam müziklerini açan düğmeye gidiyordu ki telefonu çaldı. "Açar mısın?" dedi. Ekranda Nihal yazıyordu. "Vural beyin telefonu buyrun?" dedim. Kadın "Ah, Vural'ın kardeşi falan olmalısın. Herneyse. Vural'a yolda olduğumu ve en sevdiği çamaşırlarımı giydiğimi iletir misin?" Gözlerim büyüdü? Bu neydi böyle. Telefondan dışarı yayılan sesle Vural da duymuş olacak ki telefonu elimden aldı. "Nihal benim bir işim çıktı, bu akşam gelemezsin." dedi. Ne oluyordu yahu? "Hatta aslında bakarsan artık hiç gelemezsin. Gelme bir daha." dedi ve telefonu kapattı. "Üzgünüm." diye mırıldanıp telefonu bana uzattı. Ne yapacağımı bilmediğim için elimde tuttum. "Bir sevgilin olduğunu unutmuştum ama telefonda ayrılmak? Böyle ayrılmak? Yakıştıramadım." Bir an anlayamıyormuş gibi baka baktı. "Sevgilim?" "Evet. Seninle tanıştığım ilk zamanlarda görmüştüm, evinden çıkıyordu." Öpüştüklerini hatırlatmayı reddettim. "Ah, büyük ihtimalle sevgilim değildi." "Nasıl emin olabiliyorsun?" "Benim hiç sevgilim olmadı Mısra. Sadece..." Durdu. Cümlenin sonunu nasıl getireceğini düşünüyordu. "Sadece tek gecelikler." "Peki Nihal'in en sevdiğin çamaşırları?" Bunu sorduğum için kendimden nefret ediyordum, bunu nasıl sorabilmiştim? Ama o güldü. "Birkaç tanesiyle birden fazla kez görüştük. Bilirsin, yetenekliydiler." Tüm yüzümün kızardığını hissettim. Bilir miydim? Hayır bilmezdim. Cevap vermeden dokunmatik ekrandan müziklerini açıp önüme ilk gelen şarkıyı açtım. "Kızardın?" dedi gülerek. "Hiç de bile. Daha ne kadar var?" "Az kaldı. Korkma, bir daha böyle bir şey görmene sebep olmam. Güvendesin." "Bir de tehlikede miydim? Saçmalama." "Peki peki, sustum." dedi ama yüzündeki sırıtış gitmiyordu. Biraz sonra yeniden "Vural bey. Ahh tanrım." dedi ve başını arkaya atıp güldü. Aptal herif. Kulübün önüne geldiğimizde vale Vural'dan önce davranıp kapımı açtı. Vural da inip anahtarı ona verdi. Biz içeri girerken araba çoktan uzaklaşmıştı. İçeri girip Talha'ların oturduğu locayı bulduk. Tam oturdum ki karşımda sırıtan Uzay'ı gördüm. Elim Vural'ın kolunu tuttu. Bana çevirdiği başı bir süre sonra baktığım noktaya odaklandı. Kolu sahiplenici bir tavırla belime dolandı. Kulağıma "İstersen gidelim?" diye fısıldadı. Cevap vermedim. Kolunu belimden çekip Talha'nın yanına gitti ve ona bir şeyler söyledi. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Talha endişeli gözlerle bana baktı ama yine de başıyla onayladı. Vural tekrar yanıma gelip çıkmamız için beni çekiştirdi. Kapıda arabanın gelmesini bekledik. Aynı vale arabayı getirdiğinde Vural eline sadece pembe rengini gördüğüm bir bahşiş sıkıştırdı. Arabaya bindiğimde titriyordum. İfade vermeyi unutmuştum evet ama nasıl çıkabilmişti? Vural arabayı çalıştırdığında "Sakin ol. Bunu halledeceğim. Nasıl çıktığını öğreneceğim." dedi. Cevaplayamadım. Uzay'ın üstümde dolaşan ellerini hissedebiliyordum. Gözyaşlarım akmaya başladığında Vural sinirle arabayı kenara çekti. Ellerini yüzüme yerleştirdi. "Bana bak. Mısra bana bak, yaptığının yanına kalmasına izin vermeyeceğim tamam mı? Ben yanında olduğum sürece sana zarar veremeyecek. Neler olup bittiğini öğreneceğim tamam mı? Şimdi ağlamayı kes.İyi oalcaksın." dedi ama ben daha çok ağlamaya başladım. Sinirle soludu ve hırsla dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Gözlerim ani bir refleksle kapandı, ellerim bileklerini kavradı. Ne olduğunu anlamadan ona karşılık veriyordum. Gözyaşlarım dudaklarımızı sıyırıp geçerken Vural beni öpmeye devam etti. Dudaklarını çektiğinde alnını alnıma dayadı. "İyisin, iyi olacaksın, iyi olacağız. Söz veriyorum iyi olacağız." dedi. O an ona inanmak için her şeyi verirdim.

-İyi okumalar.

BUZ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now