'𝘵𝘪𝘭𝘭 𝘵𝘩𝘦 𝘣𝘦𝘵𝘵𝘦𝘳 𝘦𝘯𝘥

766 50 116
                                    

"I solemnly swear that I am up to no good."

Rob Dickinson - Billie Eilish 

The End of The World

*

2 Mayıs 2003

"Bana mı öyle geliyor yoksa buraya gelmek gittikçe zorlaşıyor mu?" diye sordu George, paslı demir kapıyı itip Godric's Hollow mezarlığına girerken. Her sene ziyaret ederlerdi, bazen sadece istediklerinde gelirlerdi. Tabii bunu yapan genellikle Fred Weasley olurdu. Sadece beş yıl önce ektiği menekşeleri sulamak için gelmişliği de olmuştu. Genç kızın her gün buraya gelecek enerjiyi nasıl bulduğunu hep sorgulardı. "Bu sene zor olacağından öyle gelmiştir."

Hogwarts Savaşı'ndan sonra Harry, Diriltme Taşı'nı ormanda bırakmıştı. Herhangi bir saklama girişimi bulmadan Voldemort lanetle onu vurduğunda düşürdüğü yerde öylece bırakmıştı. Taşın akıbetini duyanlar onu aramak için ormana keşifler düzenlediğinde gidip almıştı.

Savaş biteli beş yıl olmuştu, beş koca yıl. Diriltme Taşı elindeyken birilerini çağırmamak çok zordu. O kadar fazla kayıp vardı ki... Harry de bir süre sonra dayanamamıştı. Tek seferlik bir hataydı ama yapmıştı. Bu yüzden vicdanını rahatlatmak istemişti ve kendinden sonra en çok bu taşa ihtiyaç duyacak kişileri düşünmüştü. Teddy'i düşünmüştü ilk, babasıyla konuşabilirdi ama çocuk daha çok küçüktü. O yüzden kararı verirken Üçbüyücü Turnuvası'nı kazandıktan sonra kazandığı bin galleonu verdiği gibi Weasley ikizlerini seçmişti. Daha doğrusu yüzükle çağırdığı kişilerden birisi sevecenlikle(!) ondan bunu rica(!) etmişti.

'Taşı sadece beş dakika onlara vermezsen, hayat boyu sana dadanırım, Potter. Artık bir Potter-Malfoy olmanla dalga geçebileceğim uzun bir ömür olur çünkü sende kedi canlarından var.' demişti Violet onu çağırdığında. Harry el mahkum onları seçmişti.

"Şimdi bu taşı nasıl kullanacağız?" Hope trençkotunun cebinden taşın olduğu keseyi çıkardı. "Harry, tutun ve çevirin, dedi. Yani tutup çevirelim." Hope, keseyi Fred'e uzattı. "Bence onu çağıran sen olmalısın."

Fred hiç itiraz etmedi. Hiç 'Hayır, sen yapmalısın.' tavırlarına girecek gibi hissetmiyordu. Keseyi aldı ve içinden küçük siyah taşı çıkardı. Taşı elinde bir yokladı. Yüzüğü kendisine doğru döndürdüğü ilk zaman bir farklılık yoktu. Yanında birilerinin varlığını hissettiğinde o tarafa döndü. Şoktan yere düştüğü zaman karşısındaki kız güldü. "Yoksa seni heyecanlandırıyor muyum, Weasley?"

Fred yere düşünce George onu kaldırdı. "Ne oldu? Bir yan etkisi mi var?"

"Siz onu göremiyor musunuz?" Fred yerden kalkarken son derece gri gözüken Violet'ten gözlerini alamadı. "Kimi göremiyoruz? Oldu mu yani?" George'un sorusunu görmezden geldi. "Buradasın." dedi Violet'e ithafen.

"Neden onu biz de göremiyoruz?" George yakındı. Violet, Fred'e kafasını sallarken ona güldü. George, Fred'e atılınca kahkahaları daha da artmıştı. "Bırak o taşı! Ben de arkadaşımı göreceğim bırak!"

"Ya git bi' kulaksız!" Fred, George'u üzerinden attı. Mezarlığın içinde uzaklaştı. "Hope tut sevgilini." Hope sadece iki parmağı arasına George'un tişörtünü aldı. Gülümsedi. "Tuttum."

"Onlara sakin olmasını söyler misin? Onlarla da konuşacağım elbette." dedi Violet. Gri silüeti hala kendi beyaz mermerden mezarının yanında duruyordu. "Önce seninle konuşmak istiyorum."

"George, Violet seni istemiyormuş!" Fred, mezarlığın bir diğer ucuna koşarak kaçarken Violet sanki duyabileceklermiş gibi "Öyle demedim!" diye bağırmıştı. George ve Hope'tan yeterince uzaklaştıklarında Violet, Fred'e kızdı. Fred hiçbir şey söylemeden bunu izledi. Özlemişti. "Sen beni dinlemiyor musun?"

Violet BlackDove le storie prendono vita. Scoprilo ora