Bölüm 260: İnsan duyguları kağıt kadar inceydi

67 20 17
                                    

Uyarı: şiddet

Wei Krallığı'nın başkenti güneye yakındı, bu yüzden dördüncü ayda çoktan bir kat giysinin yeteceği havalar gelmişti.

Fakat Yüce Kurul zindanının içi tamamen başka bir dünya gibiydi. İçerideki kişi pamuktan bir battaniyeye sarınmış bile olsa kemiklere işleyen o soğuğu hissederdi. Nereden içeriye dolduğu bilinmez, vücuttaki gözeneklerden geçip insanın içine işliyordu.

Qi Yan daha önce iki defa bu hücrede bulunmuştu. İlk seferinde kendi kendini içeri attırmış, ikinci seferinde ise Xiao-Die'yi görmeye gelmişti. Fakat şimdi önceki iki seferine kıyasla bambaşka hissediyordu.

O zamanlar hava dondurucu soğukluktaydı, ama hücrenin içinde birkaç tane kızmış maltız durduğu için şu anki kadar dayanılmaz bir boyutta değildi...

Qi Yan bir düşündü, sıradan bir tavırla bileklerindeki demir kelepçeleri kaldırdı ve keskin kenarıyla duvara bir çizik attı. Duvarın üzerinde toplam üç tane beşli çizgi vardı. Tam on beş gündür Yüce Kurul zindanında tutuluyordu.

Kimse onu görmeye gelmemişti. Qi Yan zindan muhafızlarının arasında geçen sohbetten istemsizce birkaç şey duymuştu, görünüşe göre Majesteleri onu ziyarete gitmeyi yasaklayan bir emir çıkarmıştı.

Bu ilahi ceza mıydı? Birkaç ay önce Huainan'daki zindan muhafızlarına o on beş yolsuz yetkiliyi kimseyle konuşturtmamalarını emretmişti. O kadar dayanılmaz bir hal almıştı ki içlerinden biri kuşağını çözüp kendini asmaya çalışmıştı ve göz açıp kapayıncaya dek... sıra Qi Yan'a gelmişti.

Dürüst olmak gerekirse gerçekten de eziyet verici bir şeydi. İlk birkaç gün yine iyiydi ama devam ettikçe Qi Yan hangi günde olduklarını ayırt etmekte zorlanmaya başlamıştı. Tek yapabildiği, ufak bir havalandırma penceresinden gökyüzüne bakmaktı. Hava her aydınlandığında duvara bir çizik atıyordu...

Nangong Jingnu hücredeki eski eşyaların hepsini çıkarttırmıştı. Kitap sandığı da gitmişti. Geriye bir tek hasırdan bir paspas, pamuk bir yorgan ve birkaç temel hijyen maddesi bırakılmıştı.

Oldukça daraltıcı bir ortamdı, fakat kalbini asıl paramparça eden, on beş gün geçtiği halde hâlâ Nangong Jingnu'yu bekliyor olmasıydı.

Nangong Jingnu on beş koca gündür gelmemişti. Hiçbir bildiri yapılmamış ve hiç... ziyarete gelinmemişti.

Zaman işte böylesine gizemli bir şeydi. Qi Yan başkente dönerken açık bir biçimde sonsuz bir suçluluk duyuyordu ve kesin ölüm fikrini kabullenmişti. Sırf Nangong Jingnu'yu bir kez daha görebilmek ve son bir kez üzerindeki baskının azalmasına yardımcı olmak için yapmıştı bunu.

Meclisin suçlu bulduğu biri olarak Qi Yan biliyordu ki eğer kaçarsa meclis yetkilileri tüm baskıyı Nangong Jingnu'nun üzerine yıkardı. Bir hükümdarı öldürme suçu basit bir suç değildi. Nangong Jingnu onun gitmesine izin verirse ciddi sonuçlarına katlanmak zorunda kalabilirdi.

Ama günler birer birer geçtikçe Nangong Jingnu Qi Yan'ın en çok yolunu gözlediği şey olan ölümü bile ona vermeyecek kadar cimri olup çıkmıştı.

Ve böylelikle, Qi Yan'ın kalbinde yavaş yavaş bir nefret baş gösterdi.

Qi Yan ne kin tutmaya ne de bir şeylerden nefret etmeye hakkı olduğunu biliyordu. Nangong Jingnu onu serbest bırakmıştı. Kendisi burnunun dikine gitmişti. Geri dönüş yolunda kendini buna yeterince hazırlamıştı ama yine de böylesine kör bir bıçağa katlanamıyordu.

Qi Yan hafifçe iç çekti, ardından yukarıdaki havalandırma penceresine baktı. Sadece öğlen güneş en tepedeyken içeri güneş ışığı düşüyordu.

Clear and Muddy Loss of Love [GL] - II. KısımTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon