I. KISIM / 14. Boğaz'ın Soğuktur Suları!

6.1K 459 2
                                    

Kahraman bir şeyler söylemek istedi, ağzını açtı kapadı, kelime çıkmadı. Hafızası dört saniyelik balıklara benzemişti. Yuttuğu hava kabarcığı midesine otururken: "Nasıl yani?" diye soran kendi sesini duydu uzaktan. 

Erdem Mahmudi'nin adını duymak, Yazgı'yı öyle darmadağın etmişti ki, karşısındaki adamın halet-i ruhiyesini anlaması mümkün değildi. 

"Bendim işte," dedi.

"Ne oldu?" 

Erkeğin bu sorusuyla ikilinin gözleri buluştu sadece bir an. Genç kadın, önceki geceye dair iz aradı, ancak yoktu.  Sağlam duvarlar yükselmekteydi o kahverengi derinliklerde. Anlatmalı mıydı?

Adam onun tereddüdünü fark etmişti: "Güven bana. Ayrıca Durmuş Bey her şeyi anlatabileceğini söyledi."

Bu ismi duymak bir tür sihirli değnek etkisi yarattı sarışın güzelin üstünde, silkindi, etrafını saran endişe bulutları dağıldı, bakışları daha berraklaştı. Bu durum elbette Kahraman'ın gözünden kaçmadı, midesine saplanan sancıyla sarsıldı. Şimdi de Durmuş Altıner'i mi kıskanıyordu? Kapıldığı  düşünceler, hisler ve çelişkiler girdabında kaybolup gitmek üzereydi ki: 

"Olaylar zinciri başlamadan önce iki sene Mahmudi Grup'ta çalıştım ben," diyerek anlatmaya koyuldu Yazgı. "Şirketin kuruluş yıldönümleri hep özel bir şekilde kutlanır. Gelenek olmuş. Bu sene de boğazda yemekli bir tekne gezisi düzenlediler." 

***

Baharın en güzel haliyle İstanbul'da gezindiği bir geceydi. Yazgı, Kabataş İskelesi'nde taksiden inerken içini kopkoyu bir karanlığın bürüdüğünü fark etti. Erdem'le karşılaşma ihtimali, ödünü patlatıyor, kalbini yerinden sökülürcesine çarptırıyordu. İki haftadan fazladır görüşmemişlerdi, ama soluğunu her an ensesinde duyuyor, sürekli takip ediliyormuş hissiyle yaşıyordu. Aklını kaçırmak üzereydi.

Gövdesinde "Mahmudiler - 40 ıncı Kuruluş Yılı" yazan lüks yata adımını atar atmaz: 

"Hoş geldiniz," diye karşıladı onu daha önce hiç görmediği bir çalışan. 

Karşılığında: "Daha kimse gelmedi mi?" diye sormadan edemedi, güverteye çıkan merdivenleri tırmanırken.

Havanın güzelliğinden istifade, masalar açık alana kurulmuş, mükellef ve zengin tabaklarla donatılmıştı. Dört kişilik küçük bir grup güvertenin ortasında bulunan pistte hafif ve güzel bir müzik çalmaktaydı. Fakat ortalıkta kimsecikler yoktu. Etraf fazlasıyla boştu, şüphe uyandıracak kadar. 

"Misafirler... esasen... Bebek'ten alınacak."

"Davetiyede burası yazıyordu." diye itiraz etti. Bir gariplik vardı!

"Son anda değişmesi gerekti... galiba size bildirememişler." Çalışan huzursuzlanmıştı:"... yerinizi göstereyim," diyerek onu yönlendirirken konuyu da savuşturmuştu. 

Genç kadının bu şekilde neredeyse zorla oturduğu masa iki kişilikti ve kesinlikle diğerlerinden daha şıktı.  Gül yapraklarının zevkle serpiştirildiği örtünün üstünde kocaman bir şamdanda yanan mumlar etrafa ışık saçıyordu.  Karşılıklı duran kadehlerden birinin hemen yanındaki buz kovasında pahalı bir şampanya vardı. Önündeki boş tabağın kenarına da kan kırmızı bir gül goncası kondurulmuştu. Ürperdi Yazgı.  Bu kesinlikle Erdem'in işiydi, adı gibi emindi. Kalkıp kalkmamak arasında bocalarken aniden müzik değişti. O ana kadar enstrümantal çalan grup Erol Evgin'in  çok tanıdık bir şarkısını söylemeye başlamıştı şimdi:

"Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Bir de kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma"

DERİN MAVİ AŞKWhere stories live. Discover now