II. KISIM / 5. Altıner Olmak

3.6K 293 29
                                    

Gün batmaya yakındı artık, ne ki zaman geçmiyor, dolmuyordu şu lânet 24 saat ve gelmiyordu tek bir haber Yazgı'dan. Hastanenin arka bahçesindeki masalardan birinde yalnız oturmuş elleri çenesinin altında, görmeyen gözleri ufuk çizgisine çakılı düşünüp duruyordu Nesli Han. (*)

Altın'la karşılaştığı geceyi, kollarında bulduğu vuslatı, hamileliğini... Bebeğini kucağına aldığı ilk anı, Kahraman'ın çocukluğunu... Menekşe ile oğullarını ve onun ölümünü (**)... Kızıyla geçirdiği tüm ömrü.

Hayat gerçekten öylesi uzun, öylesi kısaydı ki. Şu anda da hangi noktasından baktığını ayırt edemiyordu kadın... Geçmek bilmeyen dakikalarıyla uzun yoksa bir nefes alışı kadar kısa tarafından mı?

Bir bardak çay ve iki poğaçanın bulunduğu tepsinin önüne nazikçe konmasıyla, daldığı derinlikten çekip çıkarıldığında karalardan kara gözlerle kesişti hayretle irileşen lâcivert gözleri. Celil, tam karşısında ne yapacağını bilemez ayakta duruyordu.

"Sabahtan beri bir şey yemediniz," dedi kısık sesle.

Nesli Han, bu iri genç adamın yüreğini okurcasına baktı ve: "Yiyemedim," diye cevap verdi sadece. Beklediği işaret bu kelimede saklıymışçasına yanındaki sandalyeye ilişti küçük Altıner. Daha fazla ne şaşırtabilirdi onu, bilemedi kadın.

Celil'se sanki hep böyle yaparmış gibi, peçeteye sardığı poğaçalardan birini uzatırken diğer elinde bardak yeniden konuştu: "Yemelisiniz."

Söz dinlemez iri bukleleri ılık rüzgârla savrulurken, deli deli çakan şimşekler gözlerinde pek alışıkmış gibi bir ısırık aldı uzatılandan sarışın kadın ve sonra yudumladı çayını. Yüzyılın anlaşmaktan en uzak ikilisi, sessizce gökyüzünü seyrettiler bir süre.

Giriştikleri derin hesaplaşma Fettah'ın: "Hava serinlemiş!" diyerek Nesli Han'ın boş kalan yanına  yerleşmesiyle bozuluverdi aniden. Başıyla onaylamaktan başka şey yapmadı, yapamadı kadın. Öylesi beklenmedik ve inanılmazdi ki o anda yaşadıkları. Bir rüyadan uyandırılmaktan korkarcasına nefesini tutmuştu neredeyse.

"Demek buradasınız..." diyen Rezzak da az sonra karşısına oturduğunda tablo tamamlanmıştı.

Sevdiği, uğruna yalnızlığa mahkûm yaşadığı adamın, menekşe gözlü karısından oğullarına tek tek baktı Nesli Han. Kinsiz teselli, öfkesiz kabullenmişlik ve tarafsız merhamet okudu her birinin ruhunda. Kelimeler kifayetsizdi ki yaşlar dökülmeye başladı inci inci yanaklarından. Üç genç adam, her türlü şiddet, her türlü nâmertlik karşısında cesur ve dik, ne yapacaklarını bilemez endişeyle bakıştılar saflıkla akan gözyaşları yüzünden aralarında.

Hayalini görse kendisini vururdu belki Celil, ama engelleyemeden ve ne yaptığını anlayamadan, kocaman koluyla sardı bu kalbi yaralı, gözü yaşlı anneyi: "İyileşecek," diye fısıldadı, hepsinin korkularına meydan okuyordu aslında.

Boğazına yapışıp kalan yumruyu kovalamak için şiddetle bir-iki öksürdü Fettah, ardından boğuklaşan sesiyle desteklemekten geri kalmadı kardeşini: "O kuvvetlidir. Hep öyleydi."

Her zamanki gibi en büyükleri söyledi son sözü: "Endişeye gerek yok. Kurtulacak!"

Sert ve otoriter sesle sarf edilen bu cümleler nedeniyle diğerleri toparlanmak ihtiyacıyla doğruldular, başlarını dikleştirdiler, garip bir rahatlamayla arkalarına yaslandılar. Ve nihayetinde cesaret bulup yüzüne bakabildiğinde Nesli Han ne kadar da babasına benzediğini düşündü Rezzak'ın.

Üzüntü ve acıyla teselli arayan küçük gruptan başka kimsenin bulunmadığı ortamın öteki ucundaki hareketlenmeyle, dörtlünün dikkati o tarafa yöneldi. Kalabalık bir koruma ordusu eşliğinde 60'lı yaşlarının ortasında, kır saçlı, orta boylu yapılı bir adam emniyet ve kuvvet dolu yürüyüşüyle bahçeye giriş yapmıştı.

DERİN MAVİ AŞKWhere stories live. Discover now