II. KISIM / 6. Bitmeyen Uyku

3.7K 285 47
                                    

Kritik 24 saati atlatalı 8 gün geçmişti. Yazgı, hâlâ yoğun bakımdaydı. Uyanmıyordu. Doktorlar, bedenen iyileşmekte olmasına rağmen gözlerini açmamasını yaşadığı travmaya bağlı bir tür koma hâline bağlamışlardı. İki gün önce bir kez daha uyandırmayı denemişler, ancak başaramamışlardı. 

Hastane bahçesine adım attığı andan itibaren, tüm bina  âdeta ayaklanmış, Durmuş Altıner'in etrafında fır dönmeye başlamıştı. Öyle ki, gözlerden uzak kuytu bir bölümde bağımsız bir yoğun bakım ünitesi oluşturulmuş, hasreten Yazgı'nın tedavisine ayrılmıştı. 

Ameliyata alındığı akşamın ardından ilk defa o sabah yattığı odaya girilmesine ve hasta ziyaretine izin verilmişti, fazla uzun sürmemesi kaydıyla. Annesi, babası ve abilerinin içeri girip çıkmasını, ayrıca da üstünden makul bir süre daha geçmesini sabırla bekledikten sonra, akşam üzerine doğru en nihayet sıra Kahraman'a gelebilmişti.

Rahat bir uykunun şefkatli kollarındaymışçasına makineler eşliğinde yatakta hareketsiz uzanmış, sarı saçlı güzel kadını seyretti hasretle bir süre başucunda. Her şeyini özlemişti. Gülüşünü, sesini, en çok da derin derin bakan mavi gözlerini. Fazla vaktinin kalmadığının bilinciyle aceleyle cebinden altın bilekliği çıkardı. İyigün Motel'den dönüşte uğradıkları Marmaris'te onun için aldığı günden itibaren hiç çıkarmadığı, vurulduğunun ertesi günü, hastaneye getirdikleri cipin arka koltuğunda buldukları zarif takıydı bu. (*) Titremesini zorlukla kontrol altına aldığı elleriyle, zarif bilekteki boş yerine yerleştirdi yeniden. İşini bitirdiğinde tuttuğu soluğunu verdi: "Seni bekliyorum sevgilim..." diye fısıldadı kulağına, duymasını umuyordu. "Beni bırakma. Bizi bırakma."

****

Bir hafta daha geçmişti ve Yazgı hâlâ uyanmamıştı. Bu süreçte, Durmuş Altıner hastanenin kesin kontrolünü eline almış, istediği gibi bir düzen kurmuştu. Yönetimdekiler zaman zaman toplu ya da tek tek isyan edecek hale gelseler de, bu ancak aralarında cereyan etmekle kalmış, genelde her türlü talebi sorgusuz-sualsiz yerine getirmekten başka çare bulamamışlardı. Ayrıca bu durum gözle görülür ölçüde ekonomik getiriyi yükseltmiş, hastaneye âdeta sınıf atlatmıştı. 

Şu anda da Durmuş Altıner ve üç oğlu, kendilerine tahsis edilmiş toplantı salonundaydılar. Yaşlı adam, masanın etrafında hiyerarşik düzende sıralanmış çocuklarına baktı bir süre, söyleyeceklerini tanzim eder gibi görünüyordu. Neden sonra hafif bir öksürükle, iğne düşse duyulacak sessizliği böldü ve konuşmaya başladı:

"Ben," dedi kararlı bir şekilde, "dönmeye karar verdim."

Altıner kardeşler anlık bakıştılar, yanlış mı anlamışlardı? Onlardaki tereddüdü gören adam, soru sorulmasına gerek kalmaksızın açıkladı: "Yanlış duymadınız. İşleri yeniden ele alacağım."

"Bir kusurumuz mu oldu, baba?" Sesi pürüzle çıkan Rezzak'tı konuşan. Giderken işlerin başına bıraktığı büyük oğul, babasının aldığı son karar nedeniyle sorumluluk ve başarısızlık hislerine kapılmıştı tabiatıyla. 

"Hayır." diye netlikle cevap verdi Durmuş Altıner. "Kusur benim." 

İtiraz etmek için açılan ağızları havaya kaldırdığı elinin kesin bir işaretiyle kapattıktan sonra kaldığı yerden konuşmasını sürdürdü: "Şu son on beş gündür yaşadıklarımız, kendimi, hayatımı ve kararlarımı yeniden gözden geçirmek zorunda bıraktı beni. Ömrüm boyunca sevdiklerim için çalıştım durdum, hem yer altında hem de üstünde. Ancak onları koruyamıyorsam ne faydası var onca güç ve zenginliğin? Soruyorum size! İşte kardeşiniz, bir hastane odasında bilinci yitik yaşamla ölüm arasında yatıyor kaç gündür. 

DERİN MAVİ AŞKWhere stories live. Discover now