I. KISIM / 47. Kötü Bir Gün

4.2K 294 32
                                    

9. Gün

Birbirini tanıyan ya da tanımayan, ancak onunla bağlantılı herkes için kötü bir gündü Erdem Mahmudî'nin ölümünün ardından gelen. Ailesi yıkılmıştı. Kara haber önceki gün öğleden sonra ulaşmıştı Ekrem Mahmudî'ye. Her ne kadar psikopat, manyak, hatta sapık olsa da, yaşadığı müddetçe sorun ve utanç getirmekten başka işe yaramasa da evlât evlât, kardeş kardeşti işte. Bu sebeple hem anne-baba, hem kardeşler büyük yeise kapılmışlardı. Olay soğudukça, üzerinden saatler geçtikçe bu tarif edilemez acıya, merak, öfke ve nefret duyguları da eklenmiş, hepsi harmanlanarak çığ misali büyümeye başlamıştı. Ölüm şekli nedeniyle cenazeyi hemen alamayacaklarını, otopsi için beklemeleri gerektiğini haber vermişti aile avukatları. Bekleyiş tüm ağırlığıyla üzerine çöktüğü malikânede acıyı katlamakta, soluk alınmasını imkânsız hale getirmekte, zihinleri felç etmekteydi âdeta.

Diğer taraftan, herkesten hatta polislerden önce Erdem Mahmudî'nin ölüm haberini ilk alan kişi Durmuş Altıner de olayların gelişimini yakından takip ediyordu. Zira, arkasından damla gözyaşı dökülmesini hak etmese dahi ailenin  ölüme neden olanların peşine düşeceğini, bir anlamda kan davası güdeceğini iyi biliyordu. Ancak adamın etrafındaki tek kişiyi kurban vermeye niyeti yoktu. Bu yüzden ilk iş otelin güvenlik kayıtlarını getirtmiş, ardından taziyeleriyle birlikte Ekrem Mahmudî'ye göndermişti. 

Mahmudî karısı ve çocuklarıyla, büyük salonda belki yüzüncü defadır aynı kaydı izliyor, her seferinde gördüklerine inanamıyordu. Her şey net ve açıktı. Erdem içeri canlı canlı giriyor, resepsiyondaki kadınla konuşuyor, telefonla görüşüyor, lobide oturuyor, akabinde otel patronu olduğunu öğrendikleri adamın odasına geçiyordu. Üstünden fazla geçmeden haydut kılıklı adamlar oteli basıyor, dakikalarca etrafa kurşun yağdırıyorlardı. Sonrasında Erdem geri geliyor, baştaki herifin talimatıyla adamların arasına giriyor ve bu esnada yarım tonluk avize tepelerine iniyordu.

Gözlerini bir türlü çekemediği görüntüler her başa sardığında ve her sona erdiğinde adamın baba yüreği acıyla tutuşturup kavuruluyor, aklının mantıklı kalan kısmı ise oğlunun bu tuhaf, traji-komik ölümü çoktan hak ettiğini fısıldayıp duruyordu. Bu duygu karmaşası içinde debelenip dururken telefonu çaldı. 

"Başınız sağ olsun," dedi hattın diğeri ucundaki ses.

"Teşekkür ederim. Dostlar sağ olsun, Altıner." 

"Gönderdiğim kaydı aldın mı?"

"Evet. Ayrıca ne maksatla gönderdiğini anlamaya çalışıyorum."

"Açık değil mi?" dedi Altıner. "Oğlun tüm uyarılara rağmen kızın peşini bırakmadı ve sonunda canından oldu."

Sinirlenmişti Mahmudî  sakin tutmaya çalıştığı sesiyle: "Şu an hiç sırası değil. Acımız daha çok taze," dedi. 

"Tam sırası," diye cevap verdi beriki. Açıkça tehdit ediyordu: "Çünkü şunu bilmeni istiyorum,  oğlunun ölümüyle hiç bir alâkamız yok. Eğer o geri zekâlı herifler oteli basmayıp, o derece ahmakça davranmasalardı oğlun şimdi hayattaydı."

"Yani?" diye sordu Mahmudî, doğru söylediğini bilecek kadar iyi tanırdı muhatabını. Hem onu, hem yöntemlerini. 

"Sana bir teklifim var."

"Dinliyorum."

"Her iki taraf da büyük zarar gördü ve siz oğlunuzu kaybettiniz. En ağır kefareti ödediniz böylece. Sana ve ailene bundan sonraki hayatınızda tam himaye teklif ediyorum. Oğlunun katillerini bulunup cezalandırılmasına bizzat ben nezaret edeceğim. Karşılığında bu mesele kapanacak. Yaşayanlarla da ölenlerle de kimse uğraşmayacak. Olayın yaşandığı otelin sahibi, çalışanları, yakınları ve özellikle de Yazgı Kozan'ı rahat bırakacaksınız. Gölgeniz dahi değmeyecek. "

DERİN MAVİ AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin