I. KISIM / 45. Düet: Yazgı ile Kahraman

4.1K 312 12
                                    



Bu defa Kahraman'ın kaldığı yan odanın balkonundaydılar. Gecenin oldukça ilerlemiş bir saatiydi, genç adam henüz bırakıp gelebilmişti oteldekileri, esasında lobiye kamp kuran Gonca kovalamıştı onu Yazgı'nın yanına.

Genç kadın, zevkle kurulu sofrayı görünce biraz mahcup: "Pek aç sayılmam. Akşam İncilerle yedik," diyerek açıklama yapma gereği duydu.

Erkek, bu inciler meselesine giderek alışıyordu: "İyi olmuş. Beni bekleseydin açlıktan ölebilirdin," diye güldü ve ekledi: "Ama bana eşlik edersin değil mi?"

Yazgı gülümsemekle yetindi. Geldiğinden beri ilk kez adamın gerçek dünyasına adım atıyordu. Bu nedenle ortamı en iyi şekilde duyumsamaya ve yanlış bir şey söylememeye çalışıyordu. Kahraman her zamanki gibi içinden geçenleri okumuş gibi uzandı ve elini tuttu sıcacık: "Hoşgeldin," dedi. "İyi ki geldin."

Gözlerini kırpıştırdı sarışın güzel, bu iki cümle nakış gibi işlenivermişti yüreğine. "Sen de... Sen de..." diyebildi ancak.

Bütün gün yaşadıkları üstünden aşağıya doğru akıp toprağa karışırken Kahraman'ın , Yazgı geçmişinin kötü hatıralarından sıyrılıyordu her nefesinde oturdukları sofrada.

****

Saat çok ilerlemişti ve Gonca evine gitmek yerine geceyi otelde kendisine tahsisli odasında geçirmeyi yeğlemişti. Işıkları söndürmeksizin, üstünü bile değiştirmeden girdiği kocaman yatağın içinde bir nokta halini aldı, gözlerini yumdu ve uyumayı diledi bütün kalbiyle. Uyumayı ve her şeyin geride kaldığı bir sabaha uyanmayı... 

****

Plazma tv'nin karşısındaki geniş koltukta başını genç adamın omzuna dayamış oturuyordu ki gözleri bileğinde dans eder gibi kıvrılıp duran yunuslara takıldı ve: "Haklıymışsın, şans getirdi bu bileklik," dedi Yazgı. (*)

Kahraman, ne izlediğinin ya da izlemediğinin ayırdında değildi. Çok sevdiği gibi derin derin soludu göğsüne dağılmış deniz dalgalı sarı saçları: "Belki de," diye mırıldandı. 

Konuşmadılar bir müddet. Yazgı yanındaki varlığıyla haşrolduğu erkeğin kalp atışlarını dinlerken yavaş yavaş kendi düşüncelerine karışmaya, şüphe ve endişelerle kuşanmaya başlamıştı. Genç adamsa ruhunu ruhuna, aklını aklına kattığı kadının düş izinin peşine takılmıştı. Dolayısıyla çok geçmeden aynı huzursuzluk onu da bulmuştu.

Tahmin etse de bir şeyler yine de sordu: "Ne düşünüyorsun?"

"Bir sürü şey," diye cevap verdi kadın kısaca.

"E söyle birlikte düşünelim."

Bunu beklermiş gibi hızla başını kaldırdı Yazgı: "Nasıl olacak? Biz ne yapacağız? Gerçekten de biz seninle..." devam edemedi, sustu ve: "Kahraman," diye fısıldadı nihayetinde.

Ve Kahraman onun gözlerinde gördü, korkularını, pişmanlıklarını, kuşku ve endişelerini. Geçmişin ağır yükünün nasıl ezip geçtiğini, karanlık insanların karanlık gölgelerinin ruhunu nasıl karanlıklara buladığını. Buna mukabil aynı gözlerde okudu yine; aşkı, sevgiyi ve ümidi. Çiçek açan sevda kokusunu duyumsadı, garip bir şarkı tutturmuş kalbinin atışını işitti.

Tüm bunlar üstüne saatlerce konuşabilir, çok şey söyleyebilirdi, ikna edecek binlerce kelime bulabilirdi istese. Ama hiçbirini yapmadı, yapmak istemedi adam, sadece kendisine çekti ve kocaman sarıldı kadına.

****

Rezzak oturduğu yerden karanlıklara bürünmüş yan bahçeyi izliyordu yarı sıkıntılı yarı öfkeli biçimde. İnatçı kızıl, atlattığı tehlikeye rağmen, azıcık toparlanır toparlanmaz ayaklanmış oradan oraya koşturmaya başlamıştı. Yetmezmiş gibi gece evine gelmek yerine  ömrünü adadığı otelinde kalmayı tercih etmişti. Olanca sakinliği ve nezaketiyle onları kapıdan uğurlarken  bizzat kendi ağzıyla söylemişti bunu. Bütün o saçmalıkları sanki  başkası yaşamıştı! Ah, ne yapacaktı bu kadınla? İllâ ki bir şey yapmalı mıydı ya da? Kesinlikle fikri yoktu.

DERİN MAVİ AŞKWhere stories live. Discover now