2x30- 1917: Fletcher Black

347 44 10
                                    

OKUMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE NOTLARI OKUYALIM Kİ YANLIŞ ANLAŞILMA OLMASIN BAZI ŞEYLERİ

Tarihi gerçeklerden esinlenerek yazılmıştır. Bazı şeylerin gerçeklikle alakası olmayabilir. (FLETHCER BLACK: William Vant Black'in babası) 

Karakterlerden Fletcher'in kahraman olarak gösterilmesi tamamiyle romanın yabancı menşei yazılmasından kaynaklıdır. Yoksa tarihi değerlerimize ne kadar saygılı birisi olduğumu bildiğinizi umuyorum. Ki hepimiz biliyoruz gerçek kahramanların "Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker" olduğunu. Keyifli okumalar:)))

Müzik: Avicii - "Hey Brother"

**Hey, brother, there's an endless road to re-discover. (Hey erkek kardeşim, keşfetmek için sonsuz bir yol var)

Hey, sister, know the water's sweet but blood is thicker. (Hey kız kardeşim, su hoş ama kalın daha çok görünüyor)**

-Türkler Arıburnu'nu bırakmamakta ısrarcı General George.. Efendim çıkartma için emriniz bekleniyor.

General elindeki tahta işaret çubuğuyla İstanbul Boğazını çembere alacak şekilde önündeki haritanın üzerinde gezindirdi.
-Onlar ısrarcıysa biz de onlardan daha ısrarcıyız.

***

Kıyıya yaklaşıyoruz başınızı eğin düşman mevsinde karşılama merasimi olabilir. "Süngü Tak!" komutan kararlı ve aslanı bile korkutacak şiddetteki sesi askerlerin içindeki paslanmış duygulara cila çekiyor, yeniden şahlandırıyordu.

Kayıklar artık kıyıdaydı. Askerler birer birer atladıkları sudan yüzerek kıyıya ulaşmak için ellerinde kalan son şeyleri olan canlarını belki de bir hiç uğruna ölecekleri bu topraklara doğru kararlı adımlarla yol almaktaydılar.

**Oh, if the sky comes falling down for you, (Eğer gökyüzü senin için düşerse)

There's nothing in this world I wouldn't do. (Bu dünya da senin için yapmayacağım şey yok)**

*FLETCHER BLACK*

Barut kokusu kıyıya yaklaştıkça ciğerimi delip geçiyordu. Biraz sonra Türk mevzilerinden açılan aralıksız silah atışları, karaya dahi çıkamadan denizin serin sularına kanlarıyla beraber ruhları da karışan askerlerimiz. Son bir kez, üniformamın ön cebindeki fotoğrafı çıkardım. Karım Vanessa ve oğlum William'la vedalaşmak için son fırsatım olabilirdi bu. Teğmen Dickens gür sesiyle kükredi:
-İngiltere'nin kahraman askerleri bugün ülkemiz ve halkımız bizlerden alabileceği en son şeyimizi istiyorlar. Vermeye hazır mısınız ?
-Hazırız!
-O vakit, Hücuuum!!

Kayıktan bir hamlede atlayıp yüzerek kıyıya ulaşmaya çalışıyordum. Yanımda silah arkadaşlarımdan bazılarının vurulmasına kılım dahi kıpırdamıyordu. Böyle olmalıydı. Gerçek bir askerin tek bir görevi vardı ki o da ülkesini savunmak ve düşmanlarının yapabileceklerine ne pahasına olsun mani olmak, gerekirse onları öldürmek...

Karaya ayak basmamla beraber uzun mesafe koşucuları gibi adımlarımı uzatarak koşmaya başladım. Her an sanki daha da uzaklaşıyor gibiydim tepeye. Alnımdan akan ter damlaları toprağı asit yağmuru gibi delip geçiyordu. Burnumda barut kokusu, gözlerimin önünde toz, topraktan bir perde, zihnimin derinliklerinde beni meşgul eden geride bıraktığım ailem, oğlum ve yüreğimde çarpan tek bir hedef, o lanet olası tepeye ne pahasına olursa olsun ulaşmak...

DÖRT HAYAT Wattys2017Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt