XIII.

119 9 12
                                    



Zehra

Van Atatürk Lisesi/19 Ekim 1992 Pazartesi

"Bu ders de boş! Dışarı çıkalım mı Rüveyda?"

"Olur ama birkaç soru daha çözmek istiyorum. Biraz bekleyebilir misin?"

"Tabi beklerim." Rüveyda testini çözerken boş bir sıraya oturup sorularını bitirmesini bekledim. Keşke ben de onun gibi olabilseydim. Kısa bir süredir okulumuzda olmasına rağmen zekâsı, güzel Türkçesi ve derslerdeki çalışkanlığıyla tüm öğretmenlerin dikkatini çekti hemen. Ayrıca Allah vergisi bir güzelliği var. Hem öyle bir güzellik ki geldiği günden beri bütün okulun dilinde. Uzun boyu, kumral dalgalı saçları, güneşi dahi kıskandıran kusursuz yüzü, deniz mavisi gözleri... Erkekler, onunla konuşabilmek için her türlü hokkabazlığı sergiliyorlar ama o kadar mesafeli ki henüz hiçbiri cesaret edip bir çift laf olsun edemedi. Gerçi onunla konuşmaya cesaret edemeyenler, yazmaktan çekinmiyorlar. Ona ulaştırılmak üzere elime mektup tutuşturulmayan neredeyse hiçbir teneffüsüm kalmadı.

"Haydi Zehra gidelim."

"Bitti mi testlerin?"

"Bitmedi ama gidelim." Bahçeye çıktık ve İskele Caddesiyle okul bahçemizi ayıran yüksekçe duvarımızın dibine oturduk.

"Hayırdır uykusuz gibisin Rüveyda. Hatta gözlerin... Kız yoksa ağladın mı?"

"Yo!"

"Hadi kız! Çekinme de söyle. Yoksa yakın arkadaş değil miyiz hala?"

"Elbette öyleyiz ama yok bir şey."

"Ne bileyim sanki geldiğin günden beri hep bi durgun gibisin. İçimden bir ses, sevdiğini uzaklarda bırakıp geldiğini fısıldıyor, haksız mıyım?"

"Yok be Zehra. Öyle bir şey olsa söylerdim."

"Bir sevdiğin yok mu yani?"

"Var aslında."

"Demek var. Zaten olmasa şaşardım."

"Neden?"

"Neden olacak, bu kadar güzel bir kızın sevdiği olmaz mı hiç? Hem ne demişler: 'Güzelden yar, çirkinden...' devamını biliyorsun."

"Güzel miyim gerçekten?"

"Evinizde ayna yok anlaşılan."

"Yeni taşındığımızdan henüz bir aynamız yok."

"Ciddi misin?"

"Şaka! Şaka! Elbette var. Bir de ayna olarak dostlarım var benim. Kendime çeki düzen vermek istersem onlara bakıyor, onlara danışıyorum. Sen öyle diyorsan..."

"Teşekkür ederim. Madem bir sevdiğin var. O halde elimdeki mektupların pek bir hükmü kalmadı."

"Mektup mu? Ne mektubu?"

"Kızım, geldiğin günden beri okul çalkalanıyor; farkında değil misin yoksa? Birçok çocuk sana ilan-ı aşk edebilmek yarışa girmiş, vereceğin cevabı bekliyorlar."

"Nasıl ya?"

"Basbayağı. Yazdıkları mektupları sana vermem için kapımı aşındıran aşındırana. Bak bunlar sadece son iki günde gelenler. Daha önce gelenler de çantamda. Her mektup verene 'Ben bir ağzını arayayım, sonra mektubunu veririm.' diyerek başımdan savıyorum. Ha bu arada şunu da söyleyeyim; kızlardan da bir sürü düşmanın var."

"Düşmanım mı? Neden ama?"

"Kıskançlık diyelim."

"Ya sen Zehra? Sen de düşman mısın?"

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu