XLIX.

41 8 3
                                    


Rüveyda

Van Atatürk Lisesi/9 Aralık 1992 Çarşamba

Bu hafta okulda büyük bir kavga oldu. Kantine gelerek Esra'yı rahatsız etmeye yeltenen Bekir'in adamları herkesin gözü önünde bir güzel dayak yediler. Sonrasını ben görmedim ama anlatılanlara göre, arkadaşlarının intikamını almak için okula gelen Bekir, Selimle pansiyonun girişinde karşılaşmış. Selim, Bekir'i hastanelik edinceye kadar dövmüş. Öyle ki o sırada bahçede devriye gezen sivil polisler bile elinden alamamışlar. Neyse ki Servet Hoca okuldaymış ve hemen müdahale ederek Bekir'i kurtarmış. Bu olaydan dolayı Selim bir gün nezarette kaldı. Hatta Haluk Baba dükkânı bana bırakıp onu ziyarete gitti. Şimdi de oturduğum kantinde herkes bu olayı konuşuyor. Söylenenlere kulak kabartmıştım ki Zehra ile Esra'yı kantinin en uzak köşesindeki bir masada otururlarken gördüm. Görmezlikten gelmeye çalışıp uzaklaşmak istedim ama beni fark edip ısrarla çağırdılar. Saygısızlık olmasın diye mecburen yanlarına gidip oturdum. Esra gülümseyerek elini uzattı.

"Merhaba Rüveyda, nasılsın?"

"İyiyim Esra, sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim. Bir süredir okulunuzdayım ama pek görüşemiyoruz."

"Teneffüslerde bile sınıftayım. Mecbur kalmadıkça kantine dahi inmiyorum. Birikmiş bir sürü testim var ve onları çözmek zorundayım."

"Ne güzel. Anlaşılan üniversiteyi kazanacaksın. Keşke ben de senin gibi azimli olabilsem ama bizim deliyi düşünmekten hiçbir şeye konsantre olamıyorum." Canım daha fazla sıkılmadan bir bahane ileri sürüp kalkmak istedim. Ancak bırakmayıp çay söylediler. Çayla pek aram olmadığını ifade etmeye çalışsam da dinletemedim. Zehra da kalmam için ısrar edince oturmak zorunda kaldım. Laf nasıl olduysa döndü dolaştı yine Selim'e geldi. Hatta dolaşmadı bile.

"Benim yüzümden neredeyse adamı öldürecekti Zehra. Ne yalan söyleyeyim ona olan aşkım daha da arttı." Zehra cevap vermek yerine dönüp bana baktı. Çayımdan bir yudum alıp gözlerimi diğer masalara çevirdim ve ilgilenmiyormuş gibi yaptım. Esra sanki bana duyurmak istercesine ısrarla yüzüme bakıyor ve konuşmasına devam ediyordu:

"...İyi ki okula geri dönmüşüm. Hani 'Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş.' Diye bir söz vardır ya. Gerçekten de öyleymiş. Nihayet bir sevdiği olduğunu hatırladı. Bu ara mektuplar göndermeye de başladı. Hele iki gün önce yazdıklarını bir görseniz. Durun; size de göstereyim." Gömleğinin cebinden özenle katlanmış mektubu çıkarırken artık dayanamadım ve

"İnanın gitmem lazım." Diyerek kalktım ve ne düşüneceklerine aldırış dahi etmeden yanlarından uzaklaştım.

***

Canım o kadar sıkıldı ki derse girmek yerine dışarı çıkıp dükkânın yolunu tuttum. Belki dükkâna da gitmemeliydim ama gönlüme söz dinletemiyordum bir türlü. Aklım araya girip birkaç nasihat etse de gönlüm hiçbir şeyi duymuyor, huysuz bir çocuk gibi ha bire feryat ediyordu. Gönlüme göre, ben bir Züleyha'ydım artık. Züleyha Yusuf'a ne kadar vurgunsa o kadar vurgun, Mısır Nil'e ne kadar muhtaçsa o kadar muhtaçtım ona. Karmakarışık duygularla ve garip garip senaryolarla hatta ben onu nasıl seviyorsam sanki o da beni seviyormuş gibi tutarsız hülyalarla dükkâna kadar geldim.

İçeri girdiğimde sadece Selim vardı ve kafasını masaya koymuş uyuyordu. Bir miktar temizlik yaptıktan sonra dükkâna gelen bir müşteri ile ilgilendim. Cemil Meriç'in 'Işık Doğu'dan Gelir' ve 'Mağaradakiler' adlı kitaplarını alan müşteriye para üstü verecektim ama Selim'in kolu kasayı açmama mani oluyordu. Hafifçe koluna dokununca kafasını kaldırdı ve her defasında kalbimin ritmini bozan o tatlı gülümsemesiyle

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now