XXX.

68 7 7
                                    


Selim

Yıldız Sarayı Kütüphanesi(Beşiktaş)/1908

Pansiyondan dükkâna geldim ve yedek anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim. Artık ne tarihi mevzular ne de hoca ile tutuştuğum münakaşa umurumdaydı. İstiyordum ki bir an önce ona gideyim. Esrarına inandığım kitabı elime alıp raflar arasında dolaşmaya başladığım anda gözlerim kararmaya başladı. Yere düşüp kafamı çarparım endişesiyle güç bela masaya döndüm ve üzerimde tonlarca ağırlık varmış gibi bir anda sandalyeye kapaklandım. Niye bilmiyorum ama bu kez daha kolay oldu ve kendimi bir anda Yıldız Sarayı'nın kütüphanesinde buldum. Sultan yine koca masada oturmuş kitap okumakla meşguldü. Ancak bu kez yalnız olmayıp komutan Rıza Paşa da yanındaydı. Topuklarım ses çıkarmasın diye alabildiğine yavaş yürüsem de mekân o kadar sessizdi ki bunu başarabilmemin imkânı yoktu. Yanlarına iyice yaklaşmıştım ki Sultan başını kaldırdı ve sanki beni bekliyormuş gibi gülümsedi. Ben de gülümseyerek mukabelede bulundum. Derken oturmam için yanındaki sandalyeyi işaret etti. Ancak Rıza Paşa'nın ayakta beklediğini görünce, bu yer göstermenin nezaketen olduğunu düşünerek ayakta beklemeyi daha uygun buldum. Sultan uykusuz ve yorgun gözleriyle beni bir miktar süzdükten sonra kısık bir sesle:

"Nasıl? Rıza Paşa'nın konağında sana iyi baktılar mı? Rahat ettin mi?" diye sordu.

"Gayet güzel bir misafirperverlik gördüm. Allah razı olsun." Diye cevap verdim. Sanki sözlerimin sıhhatini ölçmek istiyormuşçasına iri gözleriyle yüzüme bir müddet baktı. Benimle ilgilenmesini fırsat bilerek söz aldım:

"Efendim müsaadeniz olursa size bir soru sormak istiyorum?" Gülümseyerek başını salladı ve ben de

"Siz kimsiniz?" diye sordum. Sorumu dikkate almış olacak ki gayet ciddi bir eda ile cevap verdi.

"Ben Osmanlı Devleti'ni yöneten Sultan Abdülhamid Han'ım."

"Evet efendim. Bunu ben de biliyorum ama sadece bu kadar biliyorum."

"O halde şu kadar söyleyeyim evladım; benim için konuşmaktan ziyade dinlemek evladır. O yüzden sana uzun uzun kendimi anlatacak değilim. Hem insanın kendini anlatması ne kadar doğrudur?" Sultan, bana soru mu sormuştu yoksa daha fazla soru sormamam için nazikçe uyarıda mı bulunmuştu? Hangisi olduğunu kestiremediğimden en salim yolu seçerek susmayı tercih ettim. Bütün yorgunluğuna ve belki de uykusuzluğuna rağmen yine de son derece güçlü olan bakışlarını üzerimden çekip tekrar kitabına yönelince Rıza Paşa'nın bir baş işareti ile dışarı çıktık. Paşa sanki Sultan'dan aldığı bir emri tatbik ediyormuşçasına

"Sultanımız çok nazik bir insandır." Diye bir girizgâh yaptı ve brifing veriyormuşçasına devam etti:

"Öyle ki sevmediği insanlara bile güler yüz gösterir, herkesin gönlünü yapmak ister ve bu konularda son derece mahirdir. Olağanüstü denecek kadar güçlü bir zekâya ve hafızaya sahiptir. Bir insan istediği kadar saklasın yine de onun duygu ve düşüncelerini sezebilir. Bir kere gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmaz. Kuvvetli bir iradeye ve derin bir metanete sahiptir. Hep temkinli yaşar, asla içki içmez ve her türlü sefahatten uzak durur. Halifelik makamı­na yakışır iffet, haysiyet, vakar ve namus timsali dindar bir insandır. Hayır yapmayı çok önemser, kan dökülmesine ise asla rıza göstermez. Yıllardır devletin başında ama imzaladığı ölüm fermanlarının sayısı birkaç taneyi geçmez. Kimsenin rızkına mani olmak istemediği gibi, yurt dışına kaçan veya sürgüne gönderilen muhaliflerine bile maaş bağlatır." Muhaliflerini yok etmek yerine maaş bağlaması ilginç gelmişti bana. Sebebini sormak istedim ancak Rıza Paşa öyle coşkulu anlatıyordu ki araya girmek istemedim.

"...Üç kıtaya yayılan bir devleti idare etmesine rağmen asla gurura kapılmaz, alabildiğine sıradan ve sade bir hayat yaşar. İçinden çıktığı toplumun değer ve kültürünü önemser ama diğer kültürlere ve fikirlere de son derece açık yaşar. Örneğin batı müziği, opera ve tiyatrodan çok keyif alır. Aynı zamanda çok çalışkandır. Devlet işlerini her şeyin üstünde tutar ve önemli bir mevzu olduğunda uyuyorsa bile uyandırılmasını ister. Gerçi devlet işi olmasına da gerek yok. Geçenlerde doğum sancısı başlayan bir kadına arabasını tahsis ettiği gibi anne ve bebeğinden haber alıncaya kadar da uyumadı. Sultan olmasına rağmen dediğim dedik bir yapıya sahip değildir. İstişareye son derece önem verir. Önemli konularda karar vermeden önce farklı düşüncedeki devlet adamlarının görüşlerini almayı kesinlikle ihmal etmez..." Nedense Rıza Paşa'nın bir cümlesine takılmıştı aklım ve bu yüzden konuşmayı takip edememeye başladım. Eğer Sultan istişareye ve devlet adamlarının görüşüne önem veriyor idiyse o halde ne diye meclisi tatil etmişti? Araya girip bu soruyu soracaktım ki Sultan ansızın kapıda gözüktü. Paşa hemen sözlerine nihayet verip esas duruşa geçerken ben de kenara çekilerek yolu açtım. Sultan bana bakıp hafifçe tebessüm ettikten sonra hiçbir şey söylemeden yoluna devam etti. Paşa da ona eşlik edip gidince içeri girip kitapları karıştırmaya başladım. Her biri özenle ciltlenmiş nice kitap vardı ama okuyabileceğim bir tane bile yoktu. Ya Osmanlıca ya da yabancı dilde kaleme alınmışlardı. Keşke Osmanlıca biliyor olsaydım! Aslında Arap harflerine aşinaydım ama Osmanlıca okuyabilmem için bu kadar bilgi yeterli değildi. İçeride ne kadar kaldım bilmiyorum; iki asker gelip beni bir öncekine nazaran daha konforlu bir faytona bindirdiler ve saraydan çıkıp yokuş aşağı yol almaya başladık...

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Onde histórias criam vida. Descubra agora