LIV.

47 6 1
                                    


Gözden kayboluncaya kadar ardından baktım ve birkaç dakika oyalandıktan sonra ben de yalıya gittim. Bahçedeydi ve elindeki sürahi ile gülleri suluyordu. Beni görünce gülümsedi. Bu gülümsemeden cesaret alarak suladığı güllerden birini kopardım ve ona uzattım. Az önce gülümseyen çehresi bir anda asıldı ve bir hışımla elindeki sürahiyi yere koyup

"Niye kopardın çiçeği?" diye bağırdı. Böyle bir tepki vermesini beklemiyordum. Gayet sakin bir eda ile

"Sana vermek için." Diye cevap verdim.

"Ben ne yapayım ölmüş çiçeği!" Galiba bu yüzyılda böyle bir adet yoktu ve baltayı taşa vurmuştum anlaşılan.

"Bunlar mevsim çiçeği ve zaten ömürleri çok az. Bırak da o kısacık ömürlerini yaşayıversinler. Bir daha sakın böyle bir şey yapma ve güllerimden uzak dur!" Dedikten sonra uzattığım gülü alarak kamelyaya gitti ve su dolu vazonun içine koydu. Ben de peşinden gittim ve

"Benim geldiğim yerde kızlara çiçek verilir." Diyerek kendimi savunmaya çalıştım. Neyse ki bu kez bağırmadan konuştu:

"Ölü çiçek mi?"

"Evet, ölü çiçek."

"İyi de ne yapılır ki ölü çiçek?"

"İnan ben de bilmiyorum ama bu şekilde o kızı sevdiğini göstermiş oluyorsun."

"İyi ki sizin orada yaşamıyorum. Bence bir gül önce gönülde sonra bahçede açar. Gönlünde gül açanlar bu kadar rahat gül koparamazlar. Senin güzel bir gönlün yok."

"Haklısın."

"Haklı mıyım? Gerçekten öyle misin?"

"Ben kendimi bilemem ki. Sen öyle diyorsan..." Cümleme ve biraz da ses tonuma bakarak kırıldığımı düşündü ve daha tatlı bir ses tonu ile

"Demek sen şimdi o çiçeği kopararak bana olan sevgini göstermiş oldun, öyle mi?" diye sordu.

"Evet, göstermek istedim ama beceremedim galiba" diyerek karşılık verince bu kez gülümsedi ve aç olup olmadığımı sordu. Birkaç saniye cevap vermeden sadece gözlerine baktım ve sonra

"Açım." Dedim.

"Tamam. Mutfağa gidip bir şeyler getireyim."

"Gitme!"

"Gitmeyeyim mi?"

"Gitme! Benimkisi öyle bir açlık değil çünkü. Ben sana açım; sohbetine, gülüşüne hatta kızmana bile açım." İlk kez gözlerime bu kadar içten bakıyordu. Hazır böyle bir an yakalamışken onu sevdiğimi ifade edecek bir cümle daha kurmalıydım ama o benden önce davrandı.

"O halde kahve getirsem içer misin?" Ona olan sevgimi anlatmaya çalıştığım onca laftan sonra bu cevabı alınca elimde olmadan güldüm.

"Niye güldün ki?"

"Hiç! Bir şartla kahve içerim. Sen de bana eşlik edersen." Bir şey demeden içeri gitti ve birkaç dakika sonra bir fincan kahve ile çıkageldi. Fincanı alırken gözlerine baktım. İki eliyle sıkıca kavradığı tepsiyi göğsüne bastırdı ve gözlerime bakarak

"Kahve içmeden de sana eşlik edebilirim." dedi.

"O halde ben kahvemi bitirinceye kadar gitmek yok." Gülümseyerek başını salladı. Kahvemden bir yudum aldım ve konuşabilmek için bir girizgâh aradım. O ise yüzüme bakmak yerine masmavi gözlerine kıyasla neredeyse sıradanlaşmış boğazı izliyordu.

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Onde histórias criam vida. Descubra agora