Adamlar gidince Selim'in çok çay içtiğini bildiğimden tükenmekte olan çaydanlığa biraz su ilave ettim ve çabuk kaynaması için ısısını artırdım. Ardından annemle birlikte sağa sola dağılmış eşyaları eski düzenlerine geçirmeye başladık. Biz bunları yaparken Selim de ocaktan çaydanlığı alıp salona getirdi. Hem babamla çay içiyorlar hem de sohbet ediyorlardı. Öyle coşkulu anlatıyor öyle gülüyorlardı ki hiç tanımayan, askerlik arkadaşları bir araya gelmiş zannederdi. Yaklaşık bir saat geçmişti ki babamdan müsaade isteyerek kalktı ve kapıya yöneldi. Ceketini tutmak istedimse de kabul etmeyip kendisi giydi. Ayakkabılarını giyerken

"Selim korkuyorum." dedim. Nedenini merak eden bir yüz ifadesiyle fakat bu ifadeye şartlar ne olursa olsun insanı rahatlatan gülümsemesini ilave ederek baktı.

"Bugün gelenler sadece birkaç emir kuluydu. Bunların arkası olduğunu sen de en az benim kadar biliyorsun."

"Korkma! Size bir şey yapamazlar."

"Kendimiz için değil, ben senin için endişeleniyorum." Güldü.

"Tasalandığın şeye bak Rüveyda! 'Alacağımız her bir nefes sayılıp da verilmiş.' derdi Haluk Baba. Hem ölüme çare bulunamadığı gibi kabir kapısı da kapanmıyor. Hal böyleyken ne diye korkalım ki? Vademiz dolmuşsa bu korktuğun kişiler en fazla sebep olmuş olurlar. O yüzden sakın böyle şeyler düşünüp üzülme."

"Öyle ama yine de..."

"Sen şimdi boş ver bunları da söyle bakayım; akşam gelsem hep beraber dışarı çıkar mıyız?"

"Dışarı mı? Şey! Bilmem ki..."

"Tamam, biraz düşün o zaman. Ben gün içinde seni ararım." Yine el sallamadan arabasına bindi ve hızlıca uzaklaştı. Gözden kayboluncaya kadar ardından baktım ve sonra içeri girdim. Bir süre mutfağı topladıktan sonra odama gittim. Uyanmış olan bebeğimin altını değiştiriyordum ki tekrar zilimiz çaldı. Birini beklemiyorduk ve Selim de olmadığından korkuyla kapıya yöneldim. Kapıyı açmamla sevinçten havalara uçmam bir oldu. Biraz kilo alsa da hemencecik tanımıştım.

"Merhaba Rüveyda, Nasılsın?"

"Seni gördüğüme o kadar sevindim ki Yahya!"

"Ben de Rüveyda. Beni Usta gönderdi. Bir süreliğine buralarda olacağım. Hem sadece ben de değil; Battal, Kamil, Murat Onur Akçay, Ali Öksüz, Yılmaz, Mevlüt, Nurettin, Sefa, İbrahim... Birazdan hepsi de dökülürler."

"İyi de hepiniz nasıl oldu da aynı şehirde toplandınız?"

"Biz yıllardır Usta ile beraberiz. O buralara gelince bizi de yanına aldı. Hatta sana garip gelecek ama en çok kavga ettiğimiz Bekir bile şu anda bir kardeşimiz ve birazdan o da burada olacak. Sadece Fehmi Koltaş kardeşimiz babası vefat ettiğinden karayollarında işe başlayıp hepimizden önce hayata atıldı. Bir de Salih Ağabey ve Enis Ağamız öğretmen olup atandıkları yerlere gittiler."

"Anladım. Demek yıllardır birbirimizden habersiz aynı şehirde yaşamışız."

"Ama bizim senden haberimiz vardı Rüveyda."

"Ciddi misin? Nasıl ya?"

"İstersen buna ben cevap vermeyeyim. Usta geldiğinde ona sorarsın." Demek buradaydılar ve hepsinin benden haberi vardı. 'Alacağın olsun Selim!' diye geçirdim içimden ve sonra her an arayabilir düşüncesiyle telefonun başında oturup beklemeye başladım. Ah! Beklemek ne çok zordu ve böyle anlarda vakit neden hiç geçmezdi? Onsuz 6 yıl geçmişti ama 6 saat geçmiyordu bir türlü. Selim'in bahsini ettiği Atacama Çölü'nü bilmem ama ben artık bir saniye bile bekleyemiyordum. Sahi bu sabah hem de gözlerime bakarak 'Ben yine de hep bekledim.' Derken ne demek istemişti acaba?..

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now