Rüveyda

Şato Ocakbaşı Restaurant(Bakırköy)/28 Nisan 1999 Çarşamba

Akşama doğru nihayet telefon çaldı ve kim olduğuna bakmadan

"Efendim Selim." Diyerek açtım telefonu. Karşı taraftan bir süre ses gelmeyince acaba o değil mi diye düşündüm ama oydu ve gülerek

"Düşündün mü Rüveyda?" diye sordu. Elbette bütün bir gün sadece onu ve teklifini düşünmüştüm ama sanki unutmuşum gibi

"Neyi?" Diye sordum.

"Hani akşam bir yerlere çıkacaktık ya?"

"Ha! Evet! Bilmem ki."

"Tamam, ben yola çıktım geliyorum. Sen biraz daha düşün. Bu arada sana bir sürprizim var."

"Ne?" diye sordum ama telefon kapanmıştı çoktan. Hemen kalktım ve üstüme başıma çekidüzen vermeye çalıştım. Allah'ım ben ne yapıyordum böyle? Bu yaptığım hiç doğru değildi ama hala beni beğensin diye çırpınıp duruyordum. Oysa evli biri olarak bu yaptığıma ne denirdi acaba? Tamam, hiç doğru değildi ama artık anlamıştım ki geçen zaman keskin bir kılıç gibi her gün bir parçamı kesip götürse de gönlüme dokunamamıştı. Orada sadece o vardı ve duygularım kitapçı dükkânında ilk görüştüğümüz günkü kadar tutkulu, sımsıcak ve de taptazeydi. 'Acaba sürpriz ne?' Diye düşünmeye başlamış ve iyice merak etmiştim ki zil ötmeye başladı. Koşarak gidip kapıyı açtığımda karşımda Selimle birlikte Haluk Babayı ve okul müdürümüz Servet Aydınoğlu'nu gördüm. Müdürümüzü başımla selamlayıp elini öperken, Haluk Babaya sımsıkı sarıldım. Sonra hep beraber salona geçtik. Öyle mutluydum ki her halde yıllar sonra yaşadığım en güzel akşam, bu akşam olsa gerekti. Bütün dostlar altı yıl sonra yeniden toplanmıştık. Haluk Babaya döndüm ve biraz da sitemle karışık

"Baba sen de mi buralardaydın?" diye sordum. Haluk Baba sitemimi anlamış olacak ki gülümsedi ve kendini müdafaa etmek istercesine

"Evet kızım; ben de buralardaydım. Selim hepimizi yerinden yurdundan etti. Bana zorla Van'daki dükkânı devrettirdi. Şimdi ise şirkette yanında oturtup gevezelik ettiriyor ve böylece para kazanıyorum." Dedi. Selim hemen araya girdi.

"Sen bakma Babanın böyle konuştuğuna. Şirketin asıl patronu odur. Geveze biri varsa o da benim." Haluk Baba cevap vermek yerine her zamanki gibi yine gülümsemekle yetindi. Hemen müdürümüze dönüp onun da hal hatırını sordum. O da Van'dan ayrıldıktan sonra İstanbul'da Fenerbahçe ve Çavuşoğlu liselerinde çalıştığını şimdi ise Bakırköy sahil yolu üzerinde bulunan 'Şato' diye bir lokantanın yöneticisi olduğunu söyledi. Servet Hoca lokantadan söz edince fırsat kolluyormuşçasına hemen ayağa kalkan Selim, heyecanlı bir ses tonuyla

"Hadi çıkalım! Muhabbetimize Şato'da devam ederiz!" Dedi. Çabucak odama gittim ve hazırlanmaya koyuldum. Aslında bu dışarı çıkma işine, rol icabı da olsa kem küm etmeliydim ama böyle şeyleri bir türlü beceremezdim. Dörtlülerini yakan üç araba ile adeta asker uğurluyormuşçasına konvoy yapıp Şatoya geldik. Yemeğimize Müdürümüzün eşi Hatice Hanım ile kızları Feza, Dicle ve Berivan ve yine bizden önceki yıllarda mezun olmuş Halide Şenol Demir diye bir abla da eşlik etti. Yelkovanla akrep yarışa girmiş olacaklar ki vaktin nasıl geçtiğini anlamadığım akşam yemeğimiz, kesinlikle son zamanlar yediğim en güzel ve en keyifli akşam yemeğiydi. Halide Abla lisemizin seksenlerdeki günlerinden bahsederken Feza, Dicle, Berivan ve Selim ise seksenlerin sonu ile doksanlı yılların başlarını anlatıyorlardı. Konu konuyu açıyor, herkes bir şeyler söylüyor ve sanki yemek masasında değil de Atatürk Lisesi'nin bir sınıfındaymışız ya da uzayıp giden koridorlarından birindeymişiz gibiydik. Öyle çok çenemiz düşmüştü ki en ketumumuz Yahya bile birkaç anıyla sohbete dâhil olmuştu. Tabi herkesin konuşacağı tutunca Selim eline aldığı kalemle bir peçetenin üzerine konuşma sırasını yazmış ve o böyle yapınca da hepimiz kahkahalarla gülmüştük.

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now