XLVII.

65 6 3
                                    


Selim

Serasker Paşa Yalısı(Beşiktaş)/1908

"Gündüz gündüz bu ne uyku böyle?" Gözlerimi açmamla Rıza Paşa'yı karşımda bulmam bir oldu. Hemen toparlanmaya çalıştım. Hangi ara buraya gelmiştim ya da hiç gitmemiş miydim? Üstüme başıma çeki düzen vermeye çalışırken akşama gelecek misafirlerinden bahis açan Paşa, bir miktar dinlenmemi ve sonra misafirleri birlikte karşılamayı teklif etti.

"Peki." diyerek üst kata çıktım. Odasının önünden geçerken kapısının açık olduğunu gördüm ve içeri baktım. Aynanın önünde oturmuş, kare şekilli ve üzeri işlemeli süslü bir kutu ile meşguldü. Geldiğimi hissettirmek için kapısına hafifçe dokundum. Beni görür görmez sanki bir şeyler saklıyormuş gibi kutuyu çabucak kapattı ve aynanın kenarına doğru itti. Usulca selam verdim.

"Sizin de akşam şerifleriniz hayrolsun efendim! Odanızı az önce düzenledim. Sürahiye de su koydum. Başka bir isteğiniz var mı?"

"Yo bir şey istediğim falan yok. Kapını açık görünce bir 'Merhaba' demek istedim."

"Tamam." Bu kısa cevap konuşmak istemediğini gösterir gibiydi. Odama gitmek yerine kapı pervazına yapışıp beklemeye başladım. Gitmediğimi görünce gülümsedi.

"Bana niçin öyle bakıyorsun?" Gülüşünden cesaret alarak

"Belki de bakmamalıyım. Belki de çekip gitmeliyim ama o kadar güzelsin ki..." Diye o an içimden geçenleri olduğu gibi söyledim. Kızar diye düşünürken tam tersine memnun olmuş bir tavırla

"Bu akşam güzel olmam lazımmış." Diye bir açıklamada bulundu. Merakla

"Neden?" diye sordum.

"Bu akşam beni istemeye geliyorlar. Paşa Babam hazırlanmamı isteyince üstüme başıma çekidüzen verdim biraz. Hem hayatımda ilk kez gözlerime mil de çektim. Ne dersin, güzel olmuş muyum?" Dizlerimin bağı çözülürken daha önce hiç hissetmediğim bir şeyler hissettim o anda. Hani insanın içinden bir şeyler kopup gider ya; işte öyle bir duyguydu hissettiğim. Sanki demirden dişlilere sahip bir tarak, ağır ağır ve hem de kanata kanata kalbimden aşağı doğru iniyor ve o iniş sırasında, inandığım ancak göremediğim ruhumu belki de ilk kez bu kadar net hissediyordum. Eğer hissettiklerim doğruysa ve şayet ölüm anlatıldığı gibi ruhun bedenden ayrılması ise bence şu anda olan tam da oydu hatta ölümden de beterdi. Yaslandığım kapıya iyice tutundum ve hiddetle yüzüne baktım. Hala gülümsüyordu. Birkaç saniyelik tereddütten sonra içeri girip kapıyı sürgüledim. Böyle bir şey beklemediğinden tebessüm eden çehresi, Hindistan limonu gibi bir anda sarardı.

"Umarım ne yaptığının farkındasındır?"

"Aklım hiç olmadığı kadar başımda, merak etme!"

"Ne istiyorsun benden?"

"Tek bir şey soracağım. Sana talip olan adamı seviyor musun?"

"Sana daha önce de söyledim. Burada böyle şeyler yok. Büyüklerimiz münasip görürse evleniriz. Ablam da böyle evlenmişti."

"Peki, seçme şansın olsaydı eğer?" Durakladı. Sanki böyle bir şeyi daha önce hiç düşünmemiş gibi gözlerime baktı.

"İstersen şöyle sorayım. Ya ben seni deliler gibi seviyorsam! Ya ben de sana talipsem..." Şaşkınlığı daha da artmıştı. Yanakları kırmızıya çalarken dudakları, yumurtadan çıkmaya çalışan civciv yavaşlığında aheste aheste kıpırdadı:

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin