XVIII.

107 8 18
                                    


Fehmi

Van Atatürk Lisesi Öğrenci Pansiyonu/23 Ekim 1992 Cuma

Bugün pansiyonda yapılacak olan toplantıya bir saat kadar erken geldiğimden zaman geçirmek için katlarda dolaşmaya başladım. Görebildiğim kadarıyla yatakhaneler, Dadaş'ın teftişinden geçecekmiş gibi son derece düzenliydi. Yeni değiştiği belli olan bembeyaz ve temiz çarşaflar iyice gerdirilmiş, battaniyeler nizami bir şekilde katlanarak ranzaların uç kısmına istiflenmiş, normal zamanlarda alelade bırakılan ve bu yüzden hatırı sayılır bir kalabalık oluşturan tüm terlikler ise gri renkli dolapların en alt kısmına itina ile yerleştirilmişti. Etraftaki koşuşturma ve olağanüstü hareketlilik, teftiş düşüncemi doğruluyor ise de öğrencilerin boyunlarına astıkları havlular ile ellerindeki leğen ve deterjanlar, bugünün haftalık banyo günü olduğunu da gösteriyordu. Hem zaten ikinci kata geldiğimde, koridorun sol ucunda bulunan banyodan yükselen ve dev bir örümcek ağını andıran buharlar, bulunduğum yere kadar sokuluyor, burnuma Arap sabunu kokusu ile birlikte pansiyonun çeyrek asırlık zeminine sinen envai çeşit kokuyu da getiriyor ve burnum bu kokuya intibak etmekte bir hayli zorlanıyordu. Bu yüzden koridorda rastladığım birkaç sınıf arkadaşım ile konuşmak yerine bir baş selamı ile yetinip toplantının yapılacağı giriş kattaki yemekhaneye yöneldim.

Salon, toplantıya yetişmesi için nöbetçi öğrenciler tarafından alelacele süpürülmüş ve temizliğin hakkını verebilmek adına paspas da ihmal edilmemişti ancak aceleden olsa gerek paspas yıkama ameliyesi es geçildiğinden tam betimleyemeyeceğim ve sanki her şeyden biraz sirayet etmiş gibi olan sıra dışı bir koku, ne kadar temizlenirse temizlensin yemek masalarında hep var olan ve yenilen yemeklerle ilgili az ya da çok ipuçları ile dolu olan kokularla karışmıştı. Bunu nöbetçiler de fark etmiş olacaklar ki dışarıdaki soğuğa aldırmadan tüm camları açmış ve hava sirkülâsyonu ile hatalarını izale etmeye çalışıyorlardı. Güvenlik amaçlı pencerelere monte edilen korkuluklar sayesinde, kapalı bir ceza evini çağrıştıran yemekhane, pencere kenarında dikilmiş ve duruşlarıyla adeta bir gardiyanı andıran nöbetçilerle birlikte bu çağrışımı tamamlıyor gibiydi. O an için kendimi bir mahkûm gibi hissedip açık duran pencerelerden birine doğru yürüdüm ve sanki uzun süredir hasretmişim gibi kafamı kaldırıp gökyüzüne bakmak istedim. Ancak öğrencilerin avluya astığı çamaşırlarla görevlilerin astığı onlarca beyaz renkli çarşaf ve nevresim, göğe demirlemiş sümbülî bulutları bir ton daha açmak istercesine rüzgârla birlikte salınıyor ve bulutların da bu sallanmaya iştirak etmek istercesine hareketleri ile sanki onlar değil de bedenim hareket ediyor ve bulunduğum yerden uzaklaşıyormuşum hissine kapılıyordum. O aralık gözüm gökyüzünden okulun bahçesine doğru süzülen, birkaç kararsız kargaya takıldı. İçimden bir ses onların da çarşafların oluşturduğu yalancı aydınlığa aldandıklarını ve akşam olduğunu fark edince de bahçede bulunan birkaç kuru kavağa tünemekten başka çareleri kalmadığını fısıldıyordu.

Yeniden masama döndüm ve toplantı için yerimi aldım. Toplantı için ayrılanların haricindeki masaların üzerinde sandalyeler vardı ve bu halleriyle zaten eski olan masalar, gözüme daha bir eski gözüktüler ve bu görüntüye ince uzun demir bacakları da eklenince sanki üzerlerindeki yükü taşıyamayıp yere kapaklanacaklarmış gibi geldiler bana. Ayrıca bu köhne masalar, boyundan büyük boya sandığını gün boyu sırtında taşımak zorunda kalan ve kazandığı birkaç kuruşla evinin yolunu tutan yaşı küçük fakat yüreği büyük boyacı çocukları da çağrıştırdı bana. Bu arada bir taraftan gelenleri selamlıyor diğer taraftan duvarda asılı duran saate bakıyordum. Saat pırıl pırıl gözükürken hemen yanında asılı bulunan ve neredeyse aynı ebatlara sahip yemek duasının yazılı olduğu levha, üzerine sinen tozlardan dolayı eskimiş gibi gözüküyor ve bu manzara beni yeni düşüncelere sevk ediyordu. Demek 'Allah'ımıza Hamdolsun...' diye başlayan yemek duası, saat kadar ilgi çekmiyor, temizlik yapanların bile silmek aklına gelmiyordu. Aslında bu levha, hayatımıza dair bir itirafı da resmeder gibiydi. Defalarca bu pansiyona gelip toplantılara katıldığım hatta bu masalarda yemek yediğim halde bu levha ilk defa dikkatimi çekiyor ve anlıyordum ki işlerimizde zaman tanzimine son derece önem verirken hayatımızın merkezinde olması lazım gelen duayı, sadece temizlikçiler değil neredeyse hepimiz ıskalıyorduk.

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now