Rüveyda

Koru Mahallesi(Sarıyer)/1 Mayıs 1999 Cumartesi

Eve döndüğümüz gün, Kurtuluş da eve geldi ve

"Biri benim bütün borcumu ödemiş. Kim bilmiyorum ama artık kurtuldum." Diyerek sevinç şarkıları söylemeye başladı. Yüce Rabbime sığınıp kendimi dizginlemeye çalışsam da başaramadım ve avazım çıktığı kadar bağırdım:

"Bana bütün bunları niye yaptın Kurtuluş?"

"Ne söylesen haklısın Rüveyda. Söz bir daha evimiz üzerine kumar oynamayacağım."

"Evin de senin de canın cehenneme! Hadi Esra'yı anladım. Sen ve Zehra neden hayatımla oynadınız!" Sustu Kurtuluş ama onu öyle bırakmaya hiç niyetim yoktu.

"Bana her şeyi anlatacaksın!"

"Sen neden bahsediyorsun Rüveyda?"

"Sakın bilmiyormuş gibi davranma! Ya şimdi konuşursun ya da ebediyen konuşmam seninle!" İyi kötü beni tanıyordu ve biliyordu ki söylediğimi yapardım. Bu yüzden olsa gerek, geçip koltuğa oturdu ve birkaç dakikalık suskunluğun ardından başladı anlatmaya:

"Ben görür görmez sana tutulmuştum. Okulda olduğumuz o birkaç saat içerisinde bir lahza olsun seni görmesem çıldırıyor, adeta divane oluyordum. Bir de Zehra'ya verdiğim mektuplar, bırak okunmayı, dokunulmadan geri geliyordu. Bir gün pansiyonda bir toplantı oldu ve o toplantıda senin de adın geçti. Usta senin yüzünden birbiriyle kavga eden kişilere kızsa da aşka karşı olmadığını hatta âşık olmayanı adamdan saymadığını söyledi. Söylediklerinden cesaret alarak toplantı sonrası ona eşlik ettim ve içimi döktüm. Çünkü o çok güçlü ve akıllı bir liderdi. Ne zaman başımız sıkışsa ona giderdik ve o da sıra dışı muhakeme yeteneğiyle muhakkak bir yol bulurdu. Hem bir kavga sırasında tam kalbine gelmekte olan bir bıçağa kollarımı siper etmiş ve yaralanmak pahasına onu kurtarmıştım. Bu yüzden kendini hep borçlu hisseder ve bana ayrı bir yakınlık gösterirdi. O akşam Maraş Caddesi'ne kadar birlikte yürüdük ve bir iki soru dışında hep suskun kalarak beni dinledi. Açıkçası Usta'nın bu suskunluğu dikkatimi çekmişti.

Bir zaman sonra Zehra ile konuştum ve Zehra bana senin Selim'i sevdiğini söyledi. Adeta dünyam başıma yıkılmıştı. Çünkü herkes Selim'in Esra'yı sevdiğini zannetse de biz yakınındaki birkaç kişi onun Esra'yı sevmediğini hatta görmeye bile tahammül etmediğini pekâlâ biliyorduk. İşte o an Usta'nın neden suskun olduğunu anlamıştım. Demek o da seni seviyordu. Böyle olmasa bile senin gibi güzel bir kız, Usta'ya ilan-ı aşk ederse onun da sana karşılık vereceğini düşünüyor ve bunu düşündükçe de deliye dönüyordum. İşte böyle çaresizlik içinde kıvrandığım bir gün Zehra yanıma geldi ve

"Merak etme, ben sizi bir araya getiririm." Dedi. Bunu nasıl yapacağını da uzun uzun anlattı. Denize düşenin yılana sarılması gibi hemen sarıldım bu fikre. Önce mektup işini ayarladık. Güya senin tarafından bana yazılmış güllü, kalpli, çiçekli mektupları Usta'ya gösteriyor, senin benim için deli divane olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyordum. Elbette laf arasında bana olan can borcunu ima edecek cümleler de kuruyordum. Tabi aynı şekilde güya Selim de Esra'ya mektup yazıyormuş gibi mektuplar yazıp onları da Zehra vasıtasıyla sana gösteriyorduk. Neredeyse her gün Zehra ile görüşüyor ve yeni yeni planlar yapıyorduk. Hatta bir ara Selim'in parmağında bir yüzük görmüştük. Niye yüzük taktığını bilmiyorduk ama hemen Esra'ya da bir yüzük ayarlamış ve sanki aralarında sözlenmişler gibi bir hava oluşturmuştuk. Esra da çok çaresizdi ve bu yüzden her söylediğimize itiraz etmeden uyuyordu.

Bir de yol kenarında seninle konuştuğumuz o günü hatırlıyorsundur. Zehra bunu tüm okula yaydı ve herkes bizi sevgili zanneder oldu. Hala bir ümitle seni beklediğini bildiğim Selim, bunu duyunca ümitleri tamamen tükendi. Daha okul bitmediği halde valizini topladı ve bir veda bile etmeden pansiyondan ayrıldı. Kimse bu yaptığına bir anlam verememişti ama ben onun niye gittiğini biliyordum. İşte her şey bundan ibaret ve ben tüm bunları sadece seni sevdiğim..."

"Yeteeeeer!!!" diye bağırdım. Artık ne bir sözcük duymak ne de onu görmek istiyordum. O günden sonra Kurtuluş ile bir kelime olsun konuşmadım. Buna rağmen ilk günler vaktinde eve geliyor, iyi baba rollerine bürünerek çocuğuna vakit ayırıyordu. Ancak çok sürmedi bu halleri ve çabucak eski hayatına geri döndü. Yine eve geç geliyor, nedenli nedensiz kavgalar çıkarıyordu. Hele onunla konuşmamama tahammül edemiyor ve yüzüm gözüm morarıncaya kadar dövüyordu. Ne yaparsa yapsın aldırmıyordum çünkü ruhuma indirdiği onca darbeden sonra yüzüme vurduğu darbeler sinek vızıltısı gibi geliyordu ve o da artık biliyordu ki suskunluğum kıyamete dek sürecekti...

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now