XXXVII.

58 6 10
                                    



Selim

Van Atatürk Lisesi/18 Kasım 1992 Çarşamba

Bu sabah ikinci derse henüz girmiştik ki nöbetçi öğrenci gelerek idareden çağrıldığımı söyledi. İçeri girdiğimde Servet Hoca telefonum olduğunu söyledi ve ben ahizeyi kaldırınca nedense dışarı çıktı. Oysa ondan gizlim saklım yoktu ve neden böyle davrandığına pek bir anlam verememiştim.

"Alo." Dedim ama karşı tarafta ses yoktu. Birkaç kez 'Alo' deyince nihayet son derece cılız ve bir o kadar da mütereddit bir ses

"Merhaba Selim." diyerek karşılık verdi. Çok uzun yıllar geçmiş olsa da yine de tanımıştım. Tereddüt etmeden telefonu kapattım ve hemen odadan çıktım. Sınıfıma yönelmiştim ki Servet Hoca koridordan çevirip bir bardak çay ısmarladı. Çay içerken bir miktar hasbihal ettik ve bu arada bana iletilen ve idareyi ilgilendiren sorunları kendisine aktardım. Derken sohbet nasıl olduysa Esra'ya gelip dayandı. Servet Hoca:

"Böyle mevzuları konuşmayı pek sevmem ama..." Diyerek söze başladı ve devam etti:

"Esra'nın annesi kaç kez üst üste arayıp rica edince ben de seninle konuşacağıma dair söz vermek zorunda kaldım." Mevzunun ne olduğunu sorduğumda cevap vermek yerine çalışma masasının üzerinde duran ve birkaç hamle yapılmış olan satranç tahtasındaki taşlardan birini alıp bir başka kareye bıraktı. Ben satrançtan pek anlamazdım ama Servet Hoca'nın bu oyunu çok iyi bildiğini hatta başta pansiyonlu kardeşimiz Emrah Köken olmak üzere satrançta iyi olan öğrencileri zaman zaman odasına çağırıp hem onlarla oynadığını hem de onları yarışmalara hazırladığını biliyordum. Birkaç hamle daha yaptıktan sonra bana döndü ve meseleyi önemsediğini göstermek istercesine yüz hatlarını biraz gererek devam etti:

"Bu kızın sende gönlü olduğunu biliyorsun. Annesinin dediğine göre, bu yıl özel hoca tutmuş, dershaneye göndermiş ama buna rağmen kızının derslerinde bir ilerleme olmamış. Hatta daha da kötüye gitmiş. Tabi anneye sorarsan bu durumun müsebbibi senmişsin. Tek istediği kızına birazcık ilgi göstermenmiş." Sustum. Bu konuda susalı neredeyse beş yıl olmuştu. Bu konuyu değil çevremle kendimle bile konuşmazken, şimdi babam gibi gördüğüm bir insanla konuşuyor olmaktan ziyadesiyle sıkılıyor hatta utanıyordum.

"Bak Selim! Ne tepki vereceğini bilmiyorum ama Esra'yı yeniden bizim okula kaydettim. Bugün gelip başlayacak. Göstermelik de olsa bir parça ilgi göster şu kızcağıza. En azından benim hatırım için." Müdürümün hatırı her hatırın üstündeydi ve tek bir ricası benim için emirdi ama benim göstermelik iş yapmayacağımı en iyi bilen yine o değil miydi? İçimi okumuşçasına gülümsedi ve devam etti:

"Bu yıl okul bitiyor ve artık özgürsün Selim. Hayatına nasıl bir yön vereceksin bilmiyorum ama ben bu aileyi yıllardır tanıyorum. Esra da çok güzel bir kız. İstiyorum ki başını yasladığın bir omuz, sırtını dayadığın bir ailen olsun. Bak ben herkesin kudretli bildiği Servet Aydınoğlu, sizin tabirinizle dadaş; çıkar hayatımdan Hatice Ablanı, çıkar Feza'mı, Dicle'mi, Berivan'ımı ne kalır benden geriye? Ben söyleyeyim; Kocaman bir hiç! Öbür tarafta bizi bekleyen cennet nasıl bir yerdir bilmiyorum ama burada cennet insanın ailesidir Selim, bunu sakın unutma!"

"Unutmayacağım hocam! Yemin olsun ki ne nasihatlerinizi ne de bize ettiğiniz babalığı unutmayacağım! Şimdi müsaadeniz olursa ben gideyim."

"Elbette Selim." Önümü ilikleyip başımla selam verdikten sonra odadan çıktım ve sınıfa gitmek yerine kaleye doğru yürümeye başladım. Hava sıcak değildi hatta soğuk bile sayılırdı ama ha bire terliyordum ve bu yüzden gömleğimin bir iki düğmesini çözerek serinlemeye çalıştım. O dakikada esmeye başlayan daha doğrusu düğmemi açınca hissetmeye başladığım soğuk rüzgâr, yüreğimin yangınını azaltmasa da bir serinlikti neticede. Bir taraftan serinliği daha çok hissetmek adına adımlarımı sıklaştırıyor diğer taraftan huysuz ruhumu dinlemek istiyordum ancak yol boyunca karşılaştığım tanıdıklar yüzünden bunu bir türlü başaramıyordum. O an için 'Keşke bu şehirde hiç kimseyi tanımasaydım.' Diye geçirdim içimden. Hiç kimseyle selamlaşmadan saatlerce yürüyebilsem ve sadece ruhumu dinleyebilseydim. Tabi ruhum derken artık kendimi kast etmiyordum. Hem zaten bütün zerrelerim onunla dolmuşken kendimden ve bana ait bir ruhtan söz edemezdim elbette. Ancak yine de bir gariplik vardı. Hem her bir zerremle oydum ama aslında her bir zerremle onsuzdum ve böyle düşününce de ne bendim ne de oydum ve şayet buna bir isim verilecekse tam anlamıyla bir hiçtim.

***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt