Yazılanlara baktıkça hem seviniyor hem de kahroluyordum. Nasıl onun sevgisinden bihaber yaşayabilmiştim? Tamam hadi ben böyle yaşamıştım. Peki o nasıl sevgisini böyle saklayabilmişti? Keşke açılsaydı. Açılsaydı ve bilseydi kalbimin sadece onun için attığını. Her an basılırım korkusuyla yazıları hızlı hızlı okuyordum ki Kurtuluş ile evlendiğimiz günün tarihine ait bir yazısına rastladım.


9 Kasım 1997(Pazar)


Belki zannedersin ettiğin kâr


Felek gün gelir onu da yıkar


Sonra sessizce yağar bir kar


Her şeyi ama her şeyi yıkar


Ah Rüveydam!


Her daim gönlümde, dilimde hatta hayalimde kurduğum çalar saatim.


Kuran ben olayım ama sen kalk bir başkası için çal, öyle mi?


Söyle Rüveyda, reva mıdır bu bana?


Oysa ben çoğu kez seni kalemimden bile kıskandım.


Adını yazan kalemleri kırdım, defterleri yırttım.


Keşke gücüm yetseydi ve seni kimseye yâr etmeseydim.


Ama gönlün ben de yoksa Ferhat olup dağları delsem ne işe yarar...


Ah! Benim güzel sevgilim;


Sakın sana sitem ettiğimi düşünme.


Bir sitem varsa o da gönlümedir.


Senden gayri bir şey bilmeyen gönlümedir sitemim.


Mevzu sen olunca;


Bir silah misali ha bire tutukluk yapan gönlümedir sitemim.


Haluk Baba hep derdi ki:


'Gönül bereketli bir tarla gibidir; ne ekersen o biter. Sen sevgi ek.'


Bunları yazarken gönlümü yokladım hemen.


Şükür ki sana karşı sadece sevgi var içimde.


Ne dargınım ne de kırgın.


Gerçi kan ağlıyor, kan kusuyorum ama bilmeni isterim ki;


Eğer ben de Selim isem


Senden gelen kurşunu bile gülerek karşılayacak


İcabında nişanımdır diye yakamda taşıyacağım


Neden mi?


Çünkü ben seni hesapsız sevdim.


Çünkü ben sana aşığım...


Ah Kabadayı! Her şeyimi yıktı felek ama beni temizlemesi için bekleyip durduğum o bahsettiğin kar, bir türlü yağmadı. Keşke yağsaydı ve kana kana yıkansaydım onunla. Sonra o ilk güne dönüp sadece sana ait olabilseydim. Gel gör ki; Evlilik kapısının ardına saklandım. Açılmasın diye sonuna kadar sürgüledim ama o aşkın yok mu? Ne kapı bıraktı ne de sürgü...

Okumaya devam ederken bir yazı gözüme ilişti ki hem çok şaşırdım hem de çok duygulandım. Dershaneye beni okulun gönderdiğini zannederken meğerse bunu yapan da Selim'miş. Hemen yıllar öncesine, dershane bahsini ettiğimiz dükkândaki o güne gittim. Selim hiç olmadığı kadar düşünceliydi ve ha bir volta atıp duruyordu. Şimdi anlıyordum ki bir taraftan volta atıyorken diğer taraftan beni dershaneye göndermenin bir yolunu düşünüyormuş. Yazıya bakılacak olursa Servet Hoca ile konuşup bunu birlikte ayarlamışlar ve paranın bir kısmını da Servet Hoca vermiş. İyi de geriye kalan kısmını Selim nasıl tamamladı? Bildiğim kadarıyla pek parası da yoktu. Kim bilir o parayı denkleştirmek için ne sıkıntılar çekmişti. Belki de sırf para biriktirebilmek için iki de bir kayıplara karışıyordu. Sabah ezanları okunduğu halde hala yazılara bakıyordum ve böyle birkaç gece okusam yine de bitecek gibi değillerdi. Selim'in namaza kalkacağını tahmin ettiğimden mecburen kalktım ve sessizce odama gittim.

Kahvaltı sonrası yeniden yukarı çıkıp geriye kalanları okumayı düşünürken Yahya geldi ve sorunun tamamen çözüldüğünü söyleyerek bizi evimize götürdü. Geceleyin birkaç yazıyı aşırmıştım ve yol boyunca aşırdıklarımı okuyup durdum hep. Ve artık bana niçin el sallamadığını da biliyordum.


...


Bana her fırsatta niçin el sallamadığımı soran sevgili;


El sallamak bir vedadır aslında.


İyi de ben sana veda edebilir miyim?..


Sana veda etmeyeceğim Rüveyda.


Nazım Hikmet bir yerde:


'Aşk onunla yaşamak değil onu yaşamaktır aslında.' Diyor.


Onun gibi bir şair değilim ama ben de diyorum ki:


Her dakika seni yaşayan biri olarak sana nasıl veda edeyim?..


***

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now